Küçük ya da büyük kitlelere erişim, yeniliklere erişebilirlik ve kalıcılık; sosyal medyayı kutsal mertebeye ulaştırdı artık. Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest, Vine gibi sosyal paylaşım ağlarının hâkimiyetiyle kafamızdaki temsil heyetini es geçtik. Artık paylaşım ağımızdaki kişiler tarafından ‘like’ edilmeye diğer bir değişle ‘kabul görmeye’ adadık kendimizi. Microsoft İnternet Araştırma Merkezi’nde çalışan Emre Kıcıman sosyal medyayı ‘tat alma’ konseptiyle ele alıp bu fenomeni şöyle özetliyor; “Twitter insanlara pasta yediğinizi söylemektir. Facebook ise ‘çikolatalı pasta severim’ diyerek beğenilerinizi ifade etme şeklinizdir. Foursquare nerede pasta yediğinizi belirtmek, Instagram da yediğiniz pastanın vintage fotoğrafını paylaşmaktır.” Evet, sosyal medya platformları farklı işlevler taşısa da hepsinin ortak paydada buluştuğu bir nokta var; beğenilme arzusu! Gittiğiniz muhteşem yerler, üstün fikirleriniz, hayranlığınıza layık olan manzaralar, giydikleriniz, yedikleriniz, içtikleriniz… Etrafımız salgın hastalık gibi yayılan sosyal medya ağlarıyla çevriliyken beğenilme arzunu bastırmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Öyle ki sosyal ağ hesaplarını kapatanlar ya ‘snob’ yaftası yiyor ya da aklından neler geçtiği tam olarak anlaşılamıyor… Oysa samimiyeti kimi zaman sekteye uğratan ve mahremiyeti zedeleyen sosyal paylaşım sitelerini reddetmek için geçerli sebeplerin sayısı hiç de az değil. İşte bu yüzden yaşam döngüsünde eve girer girmez akıllı telefonlardan uzaklaşan, internetle ilişkisini kesenlere gıpta etmemek imkânsız. Yine de telefonun ve hatta elektronik postaların bile yerini alacak konumda artık sosyal paylaşım siteleri. Bundan 15 yıl önce birbirimizden bihaberken şimdi dünyanın bir diğer ucundaki insanların ne yaptığını takip edebilecek durumdayız. Üstelik kısa film dalındaki maharetimizi sergilemek için yepyeni bir aracımız dahi var! Vine adlı uygulama sayesinde işin montajlama kısmını akıllı telefonlarımıza devrediyor, altı saniyelik videolarla sanatçı kimliğimizi kısa yoldan gösterebiliyoruz artık… Kısacası sanal dünyanın sınırsız özgürlüğünü arkamıza alıp yeteneklerimizi, fikirlerimizi, yaratıcılığımızı ve özel hayatımızı altın tepside sunuyoruz. Ne de olsa ‘paylaşım’ sosyal ağların bir diğer adı!
SANAL BEĞENİLME
Sosyal ağlarda sonsuz bilgi paylaşımlarıyla birbirine kutsal bir güçle bağlanmış milyarlarca insanın oluşturduğu yeni nesil bir kültür var artık. Amerikalı yazar William Deresiewicz Facebook kültürünü; “Arkadaşlarımızı belirsiz bir yığına dönüştürdük. Yüzü olmayan bir topluluk gibi…” şeklinde özetliyor. Kısacası gerçek arkadaş çevresine değil de bir bulut kütlesine sesleniyor gibiyiz adeta. Sosyolog Michel Forsé ise sanal dünyadaki arkadaşlarımızın gerçek arkadaşlıklarla kıyaslanamayacağını söylüyor. Öyle ki Forsé’nin sosyal medya üzerine yaptığı bir araştırma insan beyninin en fazla 150 kişiyle düzenli olarak iletişime geçebileceği yönünde… Ancak yayımlanan bir diğer çalışma ise sosyal medyayı aktif olarak kullananların gerçek hayatta da güçlü ilişkiler kurduğunu gösteriyor. Yani aslında Twitter, Facebook, Vine, Instagram’da aktif olanlar merak uyandırarak popülerliğini pekiştirirken, sosyal ortamlarda da otomatikman aranılan yüzlere dönüşüyor.
Sosyal paylaşım siteleri günümüzde hiyerarşik çizgileri de ortadan kaldırma işlevini de üstlenmiş durumda. Öyle ki bir tıkla aile bireyleriyle, patronumuzla, lise öğretmenimizle ya da iş ortaklarımızla arkadaş konumuna geçebiliyoruz. Paylaşımlar ise ‘like’ edilmeye mütemadiyen açık! Herkesin herkesle arkadaş olabileceği bu sanal dünyada narsisizmin, kendini sergilemenin, önlenemeyen merak duygusunun zaferini kutlayabiliriz! Zira tatil fotoğrafları, kahvaltı sofrası, eşinin doğum günü partisi ‘özel hayat’ kavramını delip geçerek teatral bir sunumla mutluluğu kanıtı olarak karşımıza çıkıyor. Peki, sosyal paylaşım sitelerinde ‘like’ ettiğimiz fotoğrafların ya da yorumların hakkınızda ne kadar çok şey ortaya koyduğunun farkında mısınız?
Cambridge Üniversitesi’nin 2007 yılından itibaren 58 bin kişi üzerinde yürüttüğü çalışma; Facebook beğenilerinin takip edilip, incelendiğinde kişiler hakkında ayrıntılı bilgi edinmenin mümkün olduğunu gösterdi. Kısacası ırk, yaş, IQ, cinsiyet, kişilik, politik görüş ve hatta madde bağımlısı olup olmadığınız ‘like’ incelemelerinize göre saptanabiliyor. Araştırmayı yöneten Psikolog Michal Kosinski; “Sosyal paylaşım sitelerinde bir beğeni tek başına bir şey ifade etmeyebilir. Yine de her beğeni aslında sizle ilgili minik bir bilgi parçası anlamına geliyor” diyor. Kendimizi bu kadar çok ortaya koyarken ardımızda silinemeyecek izler bıraktığınızı unutuyoruz çoğu zaman. Kızgınlıkla atılmış bir tweet, paylaşılan uygunsuz bir kare ya da politik mesaj içeren bir ileti… Geri dönüşü olmayan bir dünya aynı zamanda sosyal medya. Yaptırımı da meslek gruplarına göre değişkenlik göstererek çoğu zaman acımasız dahi olabiliyor. Öyle ki 2006’da 25 yaşındaki stajyer eğitmen Amerikalı Stacy Snyder’ın Myspace’e koyduğu kafasında ‘sarhoş korsan’ şapkası ve elinde bira bardağıyla çekilen fotoğrafını paylaşması okul yönetimi tarafından profesyonellikten uzak bir davranış olarak nitelendirilmiş ve işine son verilmişti. Medyada uzun bir süre tartışma konusu olan konuyla ilgili yorum yapan Fransızca öğretmeni Zeynep Güner ise şunları söylüyor; “Öğretmenlik ‘öğretimin’ yanında eğitimi de içerir. Öğretmen bilgi aktarımı dışında örnek teşkil eden ideolojileri de öğrencilerine vermekle yükümlüdür. Etik olmayan tutumların öğretmen tarafından sergilenmesi söz konusu olamaz. Yapıyorsa da bunu kendine saklamak ve mesleğine yansıtmamak durumundadır.” Kuşku, paranoya ve güvensizliğin kol gezdiği sosyal medya yine de içimizdeki merak kıvılcımlarını tetiklemeye devam ediyor. Öyle ki bugün sosyal ağların en güçlü ayağı Facebook, bir milyar kullanıcı sayısına ulaştı. Son araştırmalar ise Türkiye nüfusunun yüzde 40’ının Facebook kullandığını gösteriyor. Bugün sosyal medyayı reddetmek akıntıya kürek çekmekten farksız… Ancak mahremiyeti ‘like’ edilme pahasına yok saymaya devam edip etmeme kararı bizim elimizde.