Geçtiğimiz yılbaşı akşamı nihayet bu felaketin son bulduğunu anladığımda dünyalar benim oldu. Zeynep çam ağacını süslemek için bana yardım ederken bir yandan da çikolata yiyordu! Sekiz yaşında ve 37 kiloyken yemek yemeği bırakmış bir kız çocuğu annesiydim. Sözünü ettiğim hassasiyet 14 yaşında bir genç kız için normal karşılanabilir ama bahsi geçen sekiz yaşında bir çocuk olduğunda oturur düşünürsünüz. İlk başlarda anlayamamıştık çünkü Zeynep, mantı ve Nutella için deli olan bir çocuktu. Oldukça zor geçen son bir yılımızı ayrı tutarsak, aslında problemsiz büyüyordu ve yenilebilen her şeyi tüketiyordu. Diğer çocuklar gibi hep aç ve oburdu. Ancak ilkokul üçüncü sınıfa geçtiğinde bir şeyler değişmeye başlamıştı. Bir akşam yemeğinde farkına vardım durumun… Domates soslu enfes bir makarna hazırlamıştım. Bu yemeği yaptığımda Zeynep genellikle tabağını hızla bitirir, ekmekle de mutlaka sosunu sıyırırdı. Oysa o akşam makarnayı isteksizce çatalıyla çevirerek ‘aç olmadığını’ söylemişti. İlk önce gelip geçici bir iştahsızlık olduğunu düşündüm fakat bu durum sonraki günlerde de tekrar eder oldu. ‘Bugün sadece sebze yiyeceğim’, ‘Bu akşam yemek yemek istemiyorum, akşamüstü bir şeyler atıştırdım’ gibi yavaş yavaş kalıplaşan cümleler kurmaya başladı. Masaya oturduğunda tabağındakilerle oynuyor, zorlukla birkaç lokma yutuyor ve hemen doyuyordu. Öğlen yemeği konusunda ise bizi ustalıkla kandırıyor, arkadaşları ile hamburger yediğini söylüyordu.
Gün geçtikçe daha da inatçı bir tavırla kendini yemekten mahrum bırakıyordu. Öyle ki; Zeynep’in büyük bir zevkle yaptığım yemekleri gördüğü anda odasına saklanarak, yavaş yavaş gözden kaybolma çabası beni endişelendiriyordu. Bu değişime anlam veremiyordum, nedenini çözemiyordum, bu da beni onunla aynı derecede tüketiyordu. Çok zayıflamıştı, hatta kemikleri sayılıyordu. Güzel kızım… Nasıl da endişeleniyordum! Çocuğu olan herkes, hissettiklerimi anlayabilir. Büyük bir panik duygusuyla, kızımın tedavi edilemeyen bir hastalığa tutulduğunu dahi düşünmeye başlamıştım. Hatta uyuduğunda nefes alıp almadığını dahi kontrol eder olmuştum. Doktoru; bendeki kaygı düzeyinin çok yüksek olduğunu söylemiş ve durumu sıradanlaştırmıştı. Tıpkı eşimin yaptığı gibi… Eşim; o dönemde çok yoğun bir iş programı yaşıyordu. Beni; ‘Kız çocukları genellikle böyledir, fazla yemek yemezler’ diye yatıştırmaya çalışıyordu. Ona göre Zeynep’in durumu geçiciydi ve atlattıktan sonra tekrar yemek yemeğe başlayacaktı, şimdilik sadece biraz zayıflamıştı. Doktoru ise beni Zeynep’in birkaç yıl içinde değişeceği, göğüslerinin çıkacağı ve iştahının artacağı yönünde ikna etmeye çalışıyordu. Hatta bu konuşma yapılırken Zeynep de oradaydı. Bu nazik ve bilgilendirici konuşma onu olumsuz etkilemiş ve günün geri kalan kısmında sessizliğe gömülmüştü. Aynaya olan bakışları ise gözümün önünden gitmiyor; eleştirel gözlerle kendini inceliyor ve sonra uzaklaşıyordu. Sonraki günlerde okuldan birçok kez mutsuz ve sıkıntılı dönmeye başladı. Hatta bir gün yanıma gelip; ‘Ben çirkin miyim?’ diye sordu. Beden eğitimi öğretmeninin ona bazı egzersizleri başaramadığını söylediğini itiraf etti. Ardından da yaz için mayo giymemek için bahaneler yaratmaya başladı. Kendini; daha o yaşta platonik de olsa flört eden ve tayt giyen arkadaşları ile karşılaştırması da onu ters köşeye düşürmüştü. Zeynep bol tişörtleri ve jean’leri tercih ediyordu. Uzaktan bakıldığında ürkek ve büyümek istemeyen kırık bir kız çocuğuna benziyordu ki aslında gerçek olan da buydu! Sadece salata ve kepekli ekmek parçacıkları ile besleniyordu. Mümkünse de bizimle sofraya oturmayı reddediyordu ki o anlar hepimiz için son derece sıkıntı verici ve üzücü oluyordu. Gün geçtikçe daha da inatçı bir tavırla kendini yemekten mahrum bırakıyordu. Öyle ki; Zeynep’in büyük bir zevkle yaptığım yemekleri gördüğü anda odasına saklanarak, yavaş yavaş gözden kaybolma çabası beni endişelendiriyordu. Bu değişime anlam veremiyordum, nedenini çözemiyordum, bu da beni onunla aynı derecede tüketiyordu. Çok zayıflamıştı, hatta kemikleri sayılıyordu. Güzel kızım… Nasıl da endişeleniyordum!
Çocuğu olan herkes, hissettiklerimi anlayabilir. Büyük bir panik duygusuyla, kızımın tedavi edilemeyen bir hastalığa tutulduğunu dahi düşünmeye başlamıştım. Hatta uyuduğunda nefes alıp almadığını dahi kontrol eder olmuştum. Doktoru; bendeki kaygı düzeyinin çok yüksek olduğunu söylemiş ve durumu sıradanlaştırmıştı. Tıpkı eşimin yaptığı gibi… Eşim; o dönemde çok yoğun bir iş programı yaşıyordu. Beni; ‘Kız çocukları genellikle böyledir, fazla yemek yemezler’ diye yatıştırmaya çalışıyordu. Ona göre Zeynep’in durumu geçiciydi ve atlattıktan sonra tekrar yemek yemeğe başlayacaktı, şimdilik sadece biraz zayıflamıştı. Doktoru ise beni Zeynep’in birkaç yıl içinde değişeceği, göğüslerinin çıkacağı ve iştahının artacağı yönünde ikna etmeye çalışıyordu. Hatta bu konuşma yapılırken Zeynep de oradaydı. Bu nazik ve bilgilendirici konuşma onu olumsuz etkilemiş ve günün geri kalan kısmında sessizliğe gömülmüştü. Aynaya olan bakışları ise gözümün önünden gitmiyor; eleştirel gözlerle kendini inceliyor ve sonra uzaklaşıyordu. Sonraki günlerde okuldan birçok kez mutsuz ve sıkıntılı dönmeye başladı. Hatta bir gün yanıma gelip; ‘Ben çirkin miyim?’ diye sordu. Beden eğitimi öğretmeninin ona bazı egzersizleri başaramadığını söylediğini itiraf etti. Ardından da yaz için mayo giymemek için bahaneler yaratmaya başladı.
Kendini; daha o yaşta platonik de olsa flört eden ve tayt giyen arkadaşları ile karşılaştırması da onu ters köşeye düşürmüştü. Zeynep bol tişörtleri ve jean’leri tercih ediyordu. Uzaktan bakıldığında ürkek ve büyümek istemeyen kırık bir kız çocuğuna benziyordu ki aslında gerçek olan da buydu! Sadece salata ve kepekli ekmek parçacıkları ile besleniyordu. Mümkünse de bizimle sofraya oturmayı reddediyordu ki o anlar hepimiz için son derece sıkıntı verici ve üzücü oluyordu.
Hadi Zeynep, bir kaşık daha ye!
Bu sessiz ayaklanmaya karşı son derece aciz durumdaydım; ısrarcı davranmak da istemiyordum. O dönem, kızımın bir sınıf arkadaşının annesi bana çocukların yeme bozuklukları konusunda uzmanlaşmış birinden söz etti. Hemen bir randevu ayarladım. Psikologla görüşme fikri panik hissimi biraz olsun azaltmıştı; bir problemim vardı ve bundan bahsedilebilirdi. O zamanlar bilmiyordum ama anoreksi çocukların da sıklıkla yaşadığı bir gerçekmiş, hatta çok daha küçüklerin dahi. Profesör bana bir bebekten bahsetti. Onun masadaki kaprisleri, yemeği reddedişi hepsi birer mesaj, sözle ifade edemediği için sessiz birer protestoymuş. İlk sinyallere mutlaka dikkat etmek gerekiyormuş.
Bizim yemeklerimiz ise şöyle geçiyordu; ‘Hadi Zeynep bir kaşık daha’ ya da ‘Yemek yemeden dışarı çıkmak yok.’ Süreç uzayınca eşim de benim kadar endişelenir olmuştu. İkimiz de aynı problemi yaşıyorduk, krizin tam ortasındaki ebeveynlerdik. Psikoloğun verdiği ilk ev ödevlerinde onun da görevleri vardı. Örneğin babası ona bale sınıfında eşlik edecek, daha sonra da Zeynep’i kız arkadaşları bir arada olması için sinemaya bırakacaktı. O dönemde yine birlikte Fenerbahçe’de yelken kursuna kayıt oldular. Hep beraber hafta sonu tekne gezisine katıldılar. Benim ise artık durumu düzeltmek için uğraşmaktan vazgeçmeyi ve gevşemeyi öğrenmem gerekiyordu. Yemek üzerine daha az eğilerek, alışveriş yapmak gibi onu eğlendirecek etkinliklere yönlendirmem daha doğru olacaktı.
Dikkatin farklı alanlara dağıtılması durumu evdeki atmosferin de olumlu yönde değişmesini sağlamıştı. Bir süre sonra doktor Zeynep’i bir çocuk psikoloğuna götürmemizi önerdi. Zeynep ise bunu şiddetle reddediyordu fakat uzun bir ikna sürecinin ardından kabul ettiği bir seferlik deneme görüşmesini, zaman içinde düzenli görüşmeler takip etmeye başladı. Ne konuştukları ile ilgili onların özel alanlarına saygı gösterdiğimizden, çok az şey biliyorduk. Doktorun bana anlattığı kadarıyla, yemeği reddetmek gibi ciddi bir semptomun ardında bağımsızlığını ilan etme çabaları yatıyormuş. Bireyselleşme çabasının ardında, ifade edilmemiş; ‘Ben kimim? Beni ben olduğum için mi yoksa senin istediğin kişi olduğum için mi seviyorsun?’ gibi sorular yatıyormuş. Bu konu üzerine uzun süre çalıştılar.
Zaman içinde ben de ona belli bir yaşam alanı bırakmayı öğrendim. Zeynep’in ilk yıllarını düşününce, yaraya tuz basmaktan başka bir şey yapmadığımı fark etmiştim çünkü. Bununla ilgili olarak psikolog ile konuştuğumda ise kendimi suçlamamın gereksiz olduğunu söyledi ama ben yaşadığım bu olay sayesinde gördüm ki kızım hakkındaki tedirginliklerimin üzerinde durmamak yaptığım en büyük hata olmuş. Zira problemler çok uzaklardan, hatta çok derinlerden gelebiliyordu. Bunu asla unutmadım.