Hayat, düşlenen ütopyalarla daha kolay. Kadının gerçek hayattaki mücadelesini, oluşturduğumuz ütopik dünyalarda vurgulamaya çalışıyoruz.
Varlığı ve hak ettiği yer bu sebeple daha gerçek olmaya yakın bir hal alıyor. Kadının olması gereken yerde durması için var gücüyle çalışan üç isimden kendi ütopyalarını yaratmalarını istedik.
NUR GER
Suteks Group Yönetim Kurulu Başkanı Nur Ger, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için faaliyet gösteren YANINDAYIZ Derneği’nin kurucu başkanlığını yapıyor.
Eşitlikya’ya ulaşmak…
Eşitlikya; herkesin güven içinde yaşadığı, sevginin ve saygının her yerde hâkim olduğu, cinsel tacizin ve şiddetin uzun yıllar yaşanmadığı, çocuk yaşta evliliklerin görülmediği, kadın ve erkeğin yaşamın her alanında beraber olduğu bir özgürlükler ülkesidir. Eşitlikya halkı, anaokulundan itibaren eşitliğe dair eğitim almaya başlar. Önyargı, ayrımcılık, hor görmek nedir bilmez. Aile kurmak isteyenler; anne-baba eğitimi alır, modern aile kavramını içselleştirir. Kadın da, erkek de evliliklerinde birbirlerinin kariyer ve mesleklerini destekler.
Eşitlikya’da ebeveyn izni, kadın ve erkek için yasalarla eşit düzenlenir. Anne, bir yaşına gelene kadar çocuğuna bakar. Baba da bir – iki yaş arasındaki çocuğuna bakmak için yasal hakkını kullanır. Kız ve erkek çocuklarının kıyafetlerinde, odalarında ve diğer tüm eşyalarında cinsiyete göre renk farkı gözetilmez. Anne ve babalar çocuklarına oyuncak alırken cinsiyet ayrımı yapmaz. Çocuklarda cinsiyet kavramının renkler ve oyuncaklar üzerinden gelişmesine izin verilmez. Önemli olan çocukların duygusal ve zihinsel gelişimleridir.
Eşitlikya’da istihdamda kadın-erkek oranı eşittir. Meslekler cinsiyete göre sınıflandırılmaz. Her kurumda ‘cinsiyetsiz özgeçmiş’ uygulaması yer alır. Ülkenin iş kanununda aynı işe, eşit ücret ödeme yükümlülüğü bulunur ve bu kanun başarılı bir şekilde uygulanır. Özel sektörde de, kamuda da kadın yöneticiler sıklıkla görülür. Fırsat eşitliği ve çeşitliliğin hâkim olduğu, adil ve şeffaf çalışma kültürüne sahip olan Eşitlikya ülkesi, yıllardan beri birçok dünya endeksinde ilk üç sıradadır.
Cinsiyete dayalı geleneksel rollerin bulunmadığı Eşitlikya’da, çiftler ev işlerini beraber yürütür, sorumluluklar paylaşılır. Burası, yaşlı bakım hizmetleri konusunda da dünyada ilkleri başarmış bir ülkedir. Halkına sosyal hizmetler kapsamında ele alınan yaşlı bakım ve destek hizmetleri verir. Kurumsal bakım hizmetleri, gündüz bakım evleri, yaşam merkezleri gibi seçenekler sunar.
Eşitlikya’yı her ne kadar ‘ütopya’ olarak tasvir etsek de, aslında değildir. Bahsedilen örnekler, dünyanın pek çok ülkesinde başarıyla uygulanmaktadır. YANINDAYIZ Derneği olarak; hayatın her alanında tam eşitliğin ve toplumsal dönüşümün sağlanması, Eşitlikya’ya ulaşılması için çalışıyoruz.
GÜLSÜM KAV
Uzman Doktor Gülsüm Kav, Kadına Şiddeti Durduracağız Platformu’nun genel temsilciğini yapıyor. Türkiye’nin gündeminde ya da ardında kalan kadına şiddet davalarını yakından takip ediyor.
Ütopyaların en gerçekçisi; kadınların öldürülmediği bir dünya…
Ütopyalar güzeldir. Bugünkü yaşamı eleştirmeyi ve dünyanın farklı bir yer olabileceğine inanmayı başlangıç noktası yapar. Bir geleceğimiz olmadığını ya da onu çoktan kaybettiğimizi anlatan distopyanın aksine, bizim bir geleceğimiz olduğuna dair güven verir. Aynı zamanda bugüne de ışık tutar. Jean Baudrillard şöyle demiştir; “Ütopya geleceği ifade etmez. Şu andan itibaren, düzenin eksikliğini çektiği şeydir.”
Bu yüzden benim ütopyam; bugün kadınların eksikliğini çektiği ne varsa, hepsine kavuştuğu bir dünya. Her gün kadınlar ‘önlenebilir ölüm’ ile (hiçbir sağlık sorunları yokken) sırf kadın oldukları için şiddet yüzünden hayatını kaybediyor. Durum böyleyken yaşam hakkımıza kavuşmak, düşlerimizi süslüyor.
Ütopyaların klasiği olan yemyeşil bir doğa benim de düşlerimi süslüyor. Çünkü doğaya özlem duyuyoruz. Çocuk seslerinin cıvıldadığı, ağaçlarla ve yeşil alanla dolu bir okul bahçesindeyiz. Ders başlıyor, güneşli güzel bir gün, tatlı bir esinti var. Öğretmen o gün tarih dersini açık havada yapıyor. Ama esintinin ortasında çocuklar, o günkü ders konusu karşısında hayretten donakalıyor. Dersin konusu; tarihte kadın cinayetleri. Yaşadıkları dünyada cinayet, ender görülen bir suç. Çocuklar; kadınların sırf cinsiyetlerinden dolayı erkekler tarafından öldürülebilir görülmesini anlayamıyor ki…
2010 yılında, kadınların yaşam hakkını savunmak için bir platform kurduk. Bunu yapmaya sorumlu olduğumuzu bize hissettiren, gözümüzün önündeki olaylar buna yakındı. Bizden sonraki kuşaklar gelecekte, haber arşivlerine bakacak ve her gün kadınların öldürüldüğünü görecek. Ve tabii soracaklar; “Peki, kadın haklarını savunanlar ne yapıyordu? Bu soruna sahip çıkan olmamış mı? Direnen olmamış mı?” diye. Kadınların hayatta kalma ve kendi hayatına karar verme mücadelesine bugün sahip çıkmamak olmazdı. Şiddeti durdurmak için kararlı bir çaba gösterirsek, kadın cinayetlerini ve o noktaya kadar götüren şiddetin her türünü bitirdiğimiz bir geleceğe kavuşabilecektik.
Benim ütopyam şu… Bugün kadınlar her tür bahane ile öldürülebiliyor. Bunun olmaması için uymamız gereken ‘kuralların’ sonu gelmiyor. Ve biz bunları hiç bilemiyorken, öldürülmemek için tek kuralın yaşamak olduğu bir dünya. Şiddetin normalleştirilmediği, hayret ile karşılandığı ve giderek düşünülemez olduğu bir dünya. Belki ortaya çıkabilecek olan yeni biçimlerine karşı dikkatli olduğumuz, çelişkilerin olduğu ama buna karşılık çözümlerin de yeniden üretildiği bir dünya. Özel olan politik olduğu için, şiddetin arkasında yatan temel toplumsal yapıların giderek değiştiği; cinsiyet ve cinsel yönelim nedeniyle kimsenin ayrımcılığa uğramadığı bir dünya.
Eşitsizliğin ekonomik, tarihsel, kültürel ve politik yapılarını değiştirebildiğimiz bir dünya. Toplumdaki tüm eşitsizliklerin ortadan kalktığı, bu sayede cinsiyetler arası eşitliğin sürmesinin garanti altına alındığı bir dünya. Eşitliğin yerleşmesiyle tüm ilişkilerin mübadeleye değil gönüllü rızaya, özgür seçimlere dayalı ve baskılanmadan yaşanabileceği
bir dünya.
Bu dünyanın düşünü elden bırakmak, bir yandan bugün kadınları ölüme bırakmak, öte yandan yarın geleceği kaybetmek anlamına geliyor. Dünyanın yarısının sesinin ölümle kesildiği bir durumda, gelecek de yoktur.
Günümüzde bize geleceksizliği anlatan distopyalar yaygın. Oysa biz ütopyaları çoğaltırsak geleceği de kazanabiliriz. Kadınların öldürülmediği, çocukların güldüğü bir dünya mümkündür. Ve lütfen söyleyin: biz kadınlar bir ütopya için bundan daha az ne isteyebiliriz? Bu yüzden bizlerin ütopyası belki de dünyanın en gerçekçi hâlidir.
ZEYNEP ATAKAN
Türkiye’nin önemli film yapımcılarından biri olan Zeynep Atakan, Avrupa’da görsel-işitsel alanlarda kadınları destekleyen platform European Women’s Audiovisiual Network’ün (EWA) başkan yardımcısı.
Ütopya, gerçek hayatta olmayacak kadar güzel ve ideal…
Yakınların uzak olduğu bir dünyaya…
Kapıyı açan ev sahibesini bir yerlerden tanıyor gibiydi.
“Merhaba dünyama” dedi ve ekledi; “Uzun bir koridordan yürüyeceğiz.” Koridorun iki tarafında da, sarmaşık bitkilerinin arasından zorlukla seçilebilen çiçekler vardı. Ve çiçeklerden gelen kokular… Sesler, çığlıklar, kendi kahkahası ve kendi hıçkırıkları… Sevgiyle korunan… Öfke yok, kıskançlık yok, hesap-kitap yok, savaş yok, açlık yok… Mutlak bir keşif ve paylaşım var. Çok uzak ya da zor mu?
Her insanın içinde kendine uzak bir dolu dünya ve zenginlik var. İşte kalbe yapılan bu yolculuk çok uzakta değil. Annemizin karnında başlayan bu dünyaya geldiğimiz ilk güne gidiyorum.
Tertemiz ve kirlenmemiş bir dünyanın olduğunu hayal ediyorum. İşte bu çok ütopik gibi gözükse de; insanların kalplerine yapılan ve oradaki ilk kaynak masumiyeti herkesin hissettiği, kendiyle baş başa bir dünyanın hayalini kurdum.
Değişen ve gelişen dünyada, kendi dünyamızı keşfettiğimiz, ona sahip çıktığımız ve başkalarının da kendi keşif ve dünyalarına saygı duyduğumuz, ortak alanlarda sessiz bir şekilde imzasız anlaşmalarla yaşadığımız bir dünya…
Beraber yaşayabilmeyi başardığımız, çevreyi ve tüm canlıları koruduğumuz, hayatın doğallığını her an hissettiğimiz bir dünya… Bunu sağlayabilmenin biricik yolu, herkesin cesaretiyle kalbine yapacağı yolculuktan ve yüzleşmelerden geçiyor.
Ben, farkındalığı gelişmiş ve kendiyle yüzleşebilen insanların olduğu,
çocuk seslerinin ve kuş cıvıltılarının karıştığı bir dünya istiyorum. Buna ulaşmak çok yakın ama bir o kadar da ütopik!
Çünkü gerçek çok farklı. Hayatta da ütopya yok aslında. Ütopya, hangi detaya nasıl baktığınla ilgili. Herkesin kendi ütopyası kalbinde.
En zoru da onunla buluşmak.
Özetle, değişen ve gelişen modern dünyada kadının sorumlulukları ve yükleri her gün artıyor. Bu durum da pek çok baskıyı getiriyor ve kendi gerçeğinden
uzaklaşan kadınlar bir yarışın içine çekiliyor. Daha mutlu ve baskı hissetmeyen kadınların olduğu bir dünya hayal ediyorum.