Savaşı hep erkeklerin ağzından duymaya alışmışız. Ön saflarda çoğunlukla onlar var ama geride kalanların can güvenliğini sağlamak, yaşlılar ve çocuklarla ilgilenmek yine kadınlara düşüyor. Suriyeli mülteci kadınların ülkelerine dönmeyi beklerken ülkemizde kurduğu hayat ise ne kadar güçlü olduklarının altını çiziyor.
Yaz tatilimi geçirdiğim İstanbul’dan New York’a dönmeye hazırlanırken, Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci kadınların hikâyesini anlatmak için çok güzel bir fırsat yakaladım. 2002 yılından bu yana New York’ta belgesel film, TV yapımcılığı ve yönetmenlik yapan biri olarak; güncel konular kadar çocuk gelinler, gelişmekte olan ülkelerdeki kız çocuklarının eğitimi, savaş ve barış sürecinin sağlanmasında kadınların üstlendikleri roller fazlasıyla ilgimi çekiyor. Dolayısıyla; kendimi bir anda Antakya’da buldum…
Otele ulaştığımda saat gece yarısını çoktan geçmişti ama Antakya halkı çoluk çocuk, Asi Nehri kıyısında künefe yiyip, çay içiyordu. İlk bakışta hayat her zamanki rutininde devam ediyor gibi görünse de, iki saat uzaklıktaki Suriye’de kan gövdeyi götürüyordu. Antakya Merkez’in nüfusu son sayımda 202 bin civarı çıkmış, Suriye’den Hatay bölge civarına sığınanların sayısı ise neredeyse 100 bin.
Birleşmiş Milletler’in açıkladığı resmi rakamlara göre son 17 ayda 200 binden fazla Suriyeli, yaşadıkları kentlerde ağır silahların kullanıldığı çatışmalar nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Sadece bir günde 2500 Suriyelinin ‘resmen’ ülkemize sığındığı söyleniyor. Bunların çoğu da kadın ve çocuk.
Ülkedeki mülteci sayısının 100 bin’e ulaşmasına günler kala Türkiye sınırlarını kapatma kararı alınca, Esad gidene kadar sığınacak bir yer arayan kadın, çocuk, genç, yaşlı saatlerce yürüyüp sınıra ulaşan binlerce insan, şimdi belirsiz gelecekleri için Türkiye’nin vereceği kararı beklemedeler. Sınırda bir ümit Türkiye’ye girmeyi bekleyenle bir yana, Hatay’da yaşayan mültecilerin bir kısmı kamplarda barınıyor, diğer kısmı da kendi imkânları ile birkaç aile tuttukları apartman dairelerinde.
Kadının Gücü
Savaşı hep erkeklerin ağzından duymaya alışmışız. Sıcak çatışmalarda en ön saflarda çoğunlukla onlar var ama geride kalanların can güvenliğini sağlamak, yaşlıları ve çocukları doyurup beslemek yine kadınlara düşüyor.
Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci kadınların hemen hepsi mağrur, yurtlarına geri dönecekleri günü bekliyorlar. Bu istenmeyen misafirlikten en çok etkilenenlerin başındaysa Suriye’de kendilerini, evlerini geçindirmeye alışık, eğitimli kadınlar var. Gelmelerinin üzerinden henüz birkaç ay geçmesine rağmen hepsi çalışmaya koyulmuş. İngilizce bilenler bölgedeki gazetecilere tercümanlık yapıyor, bilmeyenlerse örgütlenip vatandaşlarına yardım etmek için kolları sıvamışlar bile.
uBu kadınlardan biri de Huda. Huda 38 yaşında, alımlı, Suriyeli bir psikolog. Şam’da iktidara karşı yapılan gösterilere katıldığı için kendisinin ve ailesinin can güvenliği tehlikeye girmiş. Etrafındaki hapse atılmalar çoğaldıkça çemberin daraldığını hissedip 18 ve 19 yaşlarındaki iki kızı, annesi ve kardeşinin ailesiyle birlikte bir gece saatlerce yürüyerek Türkiye’ye kaçmışlar. Antakya’da kendi imkânlarıyla kiraladıkları evdeki aile eşrafının yanına, şimdi de yaşları üç ve sekiz arasında değişen dört erkek çocuğu daha eklenmiş. Beni görünce minik kedi yavrusu gibi yanıma sokuluyorlar, yüzleri çilli bu sevimli çocukların, aslında göründükleri kadar sakin olmadıklarını tahmin edebiliyorum. Homs’da roket saldırısına uğrayan evlerinden anneleri çok ağır yaralı çıkmış. Şu anda Türkiye’de bir hastanede tedavi görüyor, babaları da annelerinin yanında. Bu dört çocuk Antakya’da birkaç ev değiştirdikten sonra, Huda onlara sahip çıkmaya karar vermiş. Çocukların dördü de ruhen hayli yaralı. Her şeye karşı çok öfkeliler, geceleri uykudan ağlayarak uyanıyorlar. Huda’ya soruyorum; ‘Bu kadar büyük bir sorumluluğu nasıl taşıyorsun?’ “Başka ne yapabilirim ki, çocukların bir eve ihtiyacı vardı” diyor. Çocukların durumunu öğrenince, hiç düşünmeden onlara geçici bir ev vermeyi kabul etmiş. ‘Bana buradaki tipik bir gününü anlat’ diyorum. “Günüm sabah altıda başlıyor” diyor ve devam ediyor; “Oğlanlar da sabah çok erken uyanıyorlar.” Huda gün boyu onlarla ve hasta annesiyle ilgileniyor. Akşam dokuzda çocuklar yatınca kendine kalan zaman ailesinden ayrı düşen mülteci çocuklar için açmayı planladığı evde gönüllü çalışabilecek eğitimli bakıcılar aramak için kullanıyor. Huda’nın hayatı bir yılda o kadar çok değişmiş ki… Şam’daki güzel evinde iki kızıyla birlikte yaşayıp her gün işine gücüne giderken ki kişisel sorunlarıyla, şu anda yaşadıkları karşılaştırılamaz. Dilini bilmediği bir ülkede yaşıyor ve daha ne kadar burada kalacağı da meçhul. Suriye’de kalanları düşündükçe içi parçalanıyor; “Kimseden para istemiyoruz” diyor, tek istedikleri dünyanın onlara destek vermesi ve bir an önce eve dönmek.