Günümüzün hızlı, yalnızlığı gidermek üzerine kurulu ilişkilerinden uzak durmaya çalışırken, yakın bir arkadaşımın yaşadığı tecrübe benim de umut ışığım oldu. Serra; yıllar yılı yaşadığı tek gecelik ilişkilerden sonra eşi benzeri olmayan o erkeklerden biriyle tanıştı!
Serra 28 yaşına yeni girmişti ve yıllar yılı pervasızca dile getirilen tek gecelik ya da ‘bağlantısız’ ilişki taleplerine de bir şekilde alışmış ya da alışmak zorunda bırakılmıştı. ‘Takılma çağı’ diyordu. Bu kelimeyi sevmesek de, zamanın ruhunu yansıttığına ve bizi mutlak yalnızlığımızdan kurtardığına inanıyordu. Erkeğin saygısını kazanmak ya da öyle ya da böyle elinde tutabilmek için kendini belli bir süre ulaşılmaz kılmak gibi yetişkin oyunları oynamaya da tamamen karşıydı. Bunu dürüst bulmuyordu. Yaşadığı kaçamakları ya da maceraları ‘özgürüm’ diyerek savunmaya çalışıyordu çoğu zaman. Onu tanıdığım kadarıyla bunu, bağlanmaktan korktuğu için de yapmıyordu. Onun için önce seks, ardından da aşk geliyordu. Uzun birlikteliklerinin çoğu tek gecelik ilişkilerle başlamıştı ve ona göre kendisiyle yatmak istemeyen erkek, ondan hoşlanmıyor demekti. Serra’yı olduğu gibi kabul etsem de, içten içe her kadın gibi aslında ‘özel olanı’ aradığını hissediyordum. Bu yazıyı yazmadan birkaç gün önce beni arayarak kahve içmeye davet etti. Anlattıkları; Serra’yı düşündüğümde beni hayrete düşürdü. Yaşadığını iznini alarak, onun ağzından direkt sizinle paylaşmak istedim. Kabul de etti…