Hakan Bahar, Stephen Jones’un büyülü dünyasını bizler için aralıyor
Bence en punk şey şapkacı olmaktı: Stephen Jones
Bu yazıya, moda dünyasının en ünlü isimlerinden bazılarının kariyerlerine şapkacı olarak başladığından bahsederek başlamak isterim. Bu ünlü isimler arasında Jeanne Lanvin, Gabrielle Chanel ve Christian Dior yer alıyor. Bu isimler, şapkaları önemli bir moda unsuru haline getirmiştir. Christian Dior, “Dünyanın en güzel elbisesini bile giyseniz, şapkasız bir defile yapmanız imkansızdır; modeller çıplak görünecektir.” sözleriyle şapkanın önemini vurgulamıştır.
Palais Galliera, şapkayı başlı başına bir sanat eseri olarak ele alıyor ve Stephen Jones’un o büyülü dünyasını bizler için aralıyor. Bu büyülü dünyadaki benzersiz konumu ile Stephen Jones, 1980’lerden beri moda tarihine derin etkiler bırakarak siluetleri öne çıkarıp tamamlıyor. Moda evlerinin en ikonik koleksiyonlarının bir parçası oluyor. Sergide 170’ten fazla şapkanın yanı sıra Jones’un arşivleri, fotoğraflar, defilelerden kesitler, çizimler ve yaklaşık kırk adet siluetten oluşan 400’e yakın eserle bu tarihe birebir tanıklık ediyorsunuz.
İngiltere’nin kuzeybatısında, deniz kenarında Liverpool yakınlarında, West Kirby’de büyüyen Jones’un dünyasının temellerini babasının fötr şapkası, annesinin başörtüsü ve büyükannesinin çiçek desenli pazar ayini şapkası oluşturuyor. 1976’da Saint Martin’s School of Art’a giriyor. 1970’lerin sonunda, İngiltere’nin ekonomik sıkıntılar içinde olduğu dönemlerde punk alt kültürü ile tanışıyor ve moda ile müziğin iç içe geçtiği bu büyülü dünyada kendini buluyor.
Ve işte New Romantics akımı müzik sahnesinde ortaya çıkıyor. Stephen Jones, bu hareketin en önemli isimlerinden Kim Bowen, Stephen Linard ve Culture Club’un solisti Boy George ile sık sık Blitz Kulübü’nde vakit geçirmeye başlıyor. Çarpıcı makyajları ve abartılı saç modelleriyle tanınan bu akımın üyeleri, modada da belirleyici bir rol oynuyor. Blitz Kulübü’nün müdavimleri aslında Blitz Kids üyeleri ve onlardan en önemli isim olan, hareketin ikonu ve ilham kaynağı Kim Bowen için Jones, birçok şapka tasarımı yapmaya başlıyor. İşte bir şapkacının hikayesi böyle başlıyor.
Ve işte Stephen Jones, Paris moda sahnesine adım atıyor. Jean Paul Gaultier ile ilk olarak Londra’daki Blitz gece kulübünde tanışıyorlar. 1983 yılında Jean Paul Gaultier, Stephen Jones’u Culture Club’un Do You Really Want to Hurt Me adlı klibinde kırmızı kadife fes takarken (benim en sevdiğim ikonik şapkası) görüyor ve onu defilesinde yürümesi için davet ediyor. Ancak bu davet gerçekleşmiyor. Daha sonra Gaultier, 1984 İlkbahar/Yaz kadın koleksiyonu Le Retour des Imprimés için şapkalar tasarlamasını istiyor. Bu koleksiyon için fes üzerine yirmi beş farklı varyasyon üretiyor Stephen Jones ve Paris modasına giriş biletini alıyor.
Stephen Jones, 1984-1985 Sonbahar/Kış koleksiyonu Barbes için de Gaultier ile çalışıyor. Gaultier, yeteneğini sergilemek için defilenin finalinde Jones’u podyuma çıkarıyor. Stephen Jones, Cirque d’Hiver’de boynunda bir sepetle yürüyor ve modeller, podyum boyunca sırayla şapkalarını bu sepete bırakıyor.
Thierry Mugler, 1984’te Paris’teki Zenith’te 6.000 kişilik bir izleyici kitlesi ile gerçekleştirdiği 10. yıl dönümü moda gösterisiyle çağdaş modanın en unutulmaz ve görkemli şovunu sunuyor ve bu moda gösterisinin büyük bir parçası olarak Jones da tasarımlar yapıyor. Bu şovda Pat Cleveland, haleyle çevrili bir şekilde gökyüzünden inerek Madonna gibi podyumda yürüyor.
“Bir şapkacı olarak, başka bir tasarımcının yaratıcı dünyasına tam anlamıyla dalmalı, onun düşünce tarzını ve vizyonunu benimsemelidir. Bu süreçte, bir şapkayı tam bir koleksiyon içinde siluetin tamamlayıcı unsuru olarak hayal etmelidir.” diyor Stephen Jones.
Jones’un işbirlikleri arasında Claude Montana ile olan birlikteliği, 2002’de modaevini kapatana kadar devam ediyor. Bu işbirliklerinden Rei Kawakubo (Comme des Garçons) ile 1984-2013 yılları arasında Jones, asimetrik bereler, tavşan kulaklı şapkalar ve Meccano taçlar gibi birçok avangart şapka tasarlıyor. 1994 İlkbahar/Yaz Princess Lucretia koleksiyonu için John Galliano’dan bir teklif geliyor ve şapka tasarlıyor. Bu iş birliği, iki sanatçı arasında derin bir bağ yaratıyor ve Jones, en görkemli tasarımlarını Galliano’nun tarihi anlatıya dayanan o muhteşem tasarımları için, siluetin son dokunuşu olarak çalışmaya başlıyor.
1995 yılında Galliano, Givenchy’nin kreatif direktörü olarak atandığında, Stephen Jones da bu modaevine dahil oluyor ve birlikte Givenchy için iki hazır giyim ve iki haute couture koleksiyonu hazırlıyorlar. 1987 yılında Geert Brulot, Anvers’te Louis adlı bir butik açıyor ve Antwerp Altılıları olarak bilinen altı tasarımcıyı destekliyor. Bu isimler: Dirk Bikkembergs, Ann Demeulemeester, Dries Van Noten, Dirk Van Saene, Walter Van Beirendonck ve Marina Yee. Yine aynı yıl Brulot, Jones’a Room Service koleksiyonu için sekiz şapka sipariş ediyor ve Jones, Walter Van Beirendonck ile 1997/1998 Sonbahar/Kış Avatar koleksiyonu için çalışıyor.
Louis Vuitton ile ilk işbirliğini 2006 İlkbahar/Yaz koleksiyonu için yapıyor ve toplamda on koleksiyon boyunca markanın kreatif direktörü Marc Jacobs ile çalışıyor. Jones, Vuitton ile çalışmayı şu sözlerle anlatıyor: “Hafif ama ihtişamlı bir şey yaratma fikri, lüksün tanımıdır.”
1954’te kapandıktan sonra 2012’de yeniden açılan Schiaparelli için de şapkalar tasarlıyor ve 2014 İlkbahar/Yaz Haute Couture koleksiyonundan bu yana markayla çalışıyor.
Ancak en uzun işbirliğini Dior ile yapan Jones, 1996 yılından beri hem haute couture hem de hazır giyim koleksiyonlarına katkıda bulunuyor. Bu süreçte John Galliano (1996-2011), Raf Simons (2012-2015), Maria Grazia Chiuri (2016’dan beri) ve Kim Jones (2018-2025) gibi markanın sanat yönetmenleriyle işbirliği yapıyor. Kim Jones’un, 2022-2023 Sonbahar/Kış erkek hazır giyim koleksiyonunun kapanışında Stephen Jones’u podyuma davet etmesi, büyük bir onurlandırma oluyor.
Moda hayatını şapkalara adamış bu Britanyalı tasarımcının sözleriyle yazımı bitirmek isterim:
“Bazı insanlar şiir yazar, bazıları pasta yapar. Ben bir şapka yaptım, aslında hepsi aynı şey. Şimdi fark ediyorum ki bunlar büyük ölçüde otobiyografik.”
Fotoğraflar: Hakan Bahar
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Louvre Couture: İlham müzesi ve moda