Benim için Üzülme dizisiyle hayatımıza giren Çağlar Ertuğrul ile çıkış döneminde gerçekleştirdiğimiz röportaja göz atın.
Röportaj: Melda Ennekavi
Fotoğraflar: Serhat Hayri
Oyunculuğa nasıl başladınız?
Aslında tiyatro hep aklımdaydı ama gereken özveriyi gösterememiştim. 2008 yılında Koç Üniversitesi’nde eğitim görürken Tiyatro Kulübü’ne katıldım. Derslerle birlikte oyunculuğu da sürdürmeyi kafama koymuştum. İlgim vardı ama yeteneğimin olup olmadığını anlamak istedim. 2009 yılında rol aldığım Romeo’lar ve Juliet’ler ilk tiyatro oyunumdu. Üniversiteden mezun olduktan sonra da Vahide Gördüm’ün 35 Buçuk Akademisi’nde bir yıl eğitim gördüm.
Oyunculuk yürümeseydi mesleğinize devam eder miydiniz?
O bölümü okuduktan sonra geriye başka bir seçenek kalmıyor. Ofis hayatı bana çok monoton geliyordu. Daha özgür olmak istiyordum. İyi bir öğrenciydim ama benden daha iyileri vardı. Tiyatroyla hayatımı idame ettiremediğim sıralarda tam makine mühendisliğine başlayacaktım ki Dağ filminin ardından, Benim için Üzülme dizisinden teklif geldi.
Sizce bir işte kalifiye olabilmek için eğitimini mi almak lazım yoksa mutfağında pişmek mi gerekir?
Aslında her ikisi de… Quentin Tarantino’ya; ‘Sinema eğitimi aldınız mı?’ diye sormuşlar. O da; ‘Ben filmleri bir akademisyen kadar ayrıntılı izledim’ demiş. Eğitim kadar işi alanında gözlemlemek de önemli. Bir noktadan sonra pratik yapmanız gerekiyor sadece okuduklarınız yeterli olmuyor.
Oyunculukla birlikte tanındıktan sonra hayatınızda neler değişti?
</Ben değil ama çevremdeki insanlar ve onların bana olan bakış açısı değişti. Ben, aynı benim. On yıllık arkadaşım bile artık benimle konuşurken farklı bir ses tonu kullanabiliyor. Hayat standartlarımdan çok mutlu bir insanım. ‘Ünlü’ oldum diye bundan vazgeçmek istemiyorum ya da özel arabaya binmiyorum.
İzmir doğumlusunuz, sizin için İstanbul mu yoksa İzmir mi?
İzmir yaşanılacak, İstanbul ise gezilecek ve eğlenilecek bir şehir. İstanbul’a turist olarak gelenler şehri öve öve bitiremiyor ama üç veya dört gün kalıyorlar. İzmir’de İstanbul’daki kadar canlı bir gece hayatı, sosyal yaşam yok ama bir yandan da herkes kendi halinde ve birbirine karşı saygılı. Her ikisi de diyebilirim.
Kendinizi İstanbul’da halen bir turist olarak mı görüyorsunuz?
Pek değil ama yerlisi gibi de hissetmiyorum. Platonik bir âşık gibiyim. İstanbul’la aramızda sanki aşılmayan bir mesafe var. İzmir’deyken İstanbul’u özlediğim zamanlar da oluyor ama buranın temposuna ayak uydurup hayatın gerçekleriyle yüzleşince ister istemez şehirden de soğumaya başlıyor insan.