Evlendin, peki sonra? Nasıl bir şeymiş evlilik?
Nasıl tarif edilir ki… Aidiyete dair bir duygu. İki bedeni bir bedende taşıma hissi, iki bedeni bir ruha sığdırma hali.
Birçoklarının aksine iki ay gibi kısa bir süre beraber olup, ardından hemen evlendiniz.
İnsanların yıllar süren ilişkileri oluyor, evlenmek için bir şeyleri hesaplıyorlar. Kimisinin okulu var, kimisinin maddi durumu yerinde değil, yani herkesin bir sebebi var. Bizim belki de şansımız bu konularda sıkıntı olmayacak bir evlilik yaşamamız. Bizimki ‘kaldığımız yerden birlikte devam etmek’ gibi bir şey oldu. ‘Biz buradayız. Âşığız, evlenelim. Evlenelim mi? E hadi evlenelim’ diyerek evlendik. Hiç hesapsız oldu ve hesapsız da bir ilişki yaşadık. Sahte hiçbir şey yaşamadık. Nasılsak, öyle girdik bir evin içine.
Bir an bile düşünmedin mi yani?
Yanlış bir şey yapıyor muyum diye mi? O an düşünmedim. Şimdi düşününce; ‘Allah’tan yanlış biri olmamış’ diyorum. İnşallah böyle de devam eder.
‘Playboy’ diyorlardı eşin için.
(Gülerek) Demişler ya…
Korkmadın mı playboy olarak anılan biriyle evlenmekten?
Play tuşu bende. (Uzun uzun kahkaha attığımızı söylememe gerek yok sanıyorum.)
Evliliğinden çokça bahsettiğin için yapılan eleştirilere ne diyorsun?
Çok; ‘Ay kocacım, kocacım’ halinde biri gibi lanse ediliyorum ama biz şu an flörtü ve evliliği aynı anda yaşıyoruz. N’olur insanlar biraz saygı duysun. Evliliğin başında bir cicim ayı vardır ya, biz daha flörtün de başındayız. Buldumcuk değiliz, hakikaten yeni alışıyoruz birbirimize, birbirimizi yeni yeni tanıyoruz. Baştan verdiğimiz karar evlilik oldu. Şu an için çok şükür diyorum, doğru insanmış. Boşuna ayrı zaman geçirip, vakit kaybetmedik ve bir an önce evlendik. İleride çocuklarımıza da anlatacağımız güzel bir evliliğimiz olur inşallah.
İnsanlar değişir mi?
Tabii ki değişir. Her gün, her saniye insanı tecrübe ediyor. Ben bugün dünden farklı biriyim, ama değişmek derken şunu yapmam; atıyorum, o korku filmi o sevmiyorsa; ‘Ben de sevmem’ deyip, korku filmi izlemekten vazgeçmem. ‘Nesini sevmiyorsun, bak izle bir kere’ diye paylaşımcı olurum.
O zaman sen ilişki anlamında ne değişme ne de değiştirmeye çalışma taraftarısın.
Özgür olmak taraftarıyım. Kişi kendi gibi olduğu zaman doğru oluyor. Sadece ilişkiler için geçerli değil, her tür ilişkisi için geçerli. İkiyüzlü olmamak gerekiyor. Olduğun gibi olup, o şekilde kabullendirmek ve kabullenmek gerekiyor. Diğeri özgürlük kısıtlamak oluyor, o kişiyi başka şekle sokmak, karakterinden uzaklaştırmak oluyor. O zaman sen onun karakterine âşık olmamış oluyorsun. Biz daha ilk görüşmemizde bu sohbeti yaptık ve tamamen aynı mantığı güdüyorduk. Zaten bizi bir araya getiren, doğru insan dedirten şeyler de bu konuştuklarımız oldu. Aynı sıkıntıları tecrübe etmişiz ve belki bu yüzden birbirimizi doğru olarak gördük.
Kendini tarafsız değerlendirirsen, neden o play tuşu sende?
Yaa, o şakası tabii…
Şaka tabii ama bazen öyle bir şey olur ki bir kadın kimsenin yapamadığını yapar.
Yok, ben o kadar özgüvenli konuşamam. Sonuçta eşim bir oyuncak ya da kukla değil. Play tuşu da yok, o işin şakası… Aslında ‘playboy’ demeleri çok da rahatsız etmiyor beni. Başta önyargılıydım, neredeyse ilişkiden uzaklaşacaktım. O korkuyla devam etseydim, bugün o evliliği de yaşayamayabilirdim. Şans verdim, bir karşı karşıya gelelim, “Hop! N’oluyor kardeşim, senin aradığın kadın ben değilim” deme özgüveniyle gittim karşısına. Ama gördüğüm insan bambaşka bir yapıya sahipti. Herkes bir şeyler yaşadı, onun yaşamış olması bence daha iyi. O kadar playboy idi madem, sonunda geldiyse iyidir. Demek ki ben de fena değilim.
Aksini düşünürsen hayat zor olur zaten.
‘Çok tecrübeli, her türlü kadınla birlikte olmuştur, ay sıkılıyor mu benden, öyle mi böyle mi’ diye düşünceye girersen ohoo! Ben onu playboy olarak görmüyorum. Onun da benim gibi bir yaşantısı var ve insanlar önyargılı olabiliyor. Mesela oyuncusun ve normal bir vatandaşa göre daha rahat yaşıyorsun gibi algılanıyor. Playboyluk doğruyu bulamadığı için üst üste ayrılıklar yaşamış insanlara denecek bir şey değil bence. Bir de o hep ikiz kardeşi Tarkan’la karıştırılıyor. O da çok düzgün biri ama aradığını bulamamış. O yüzden artık; “Yanında ben varsam, o Malkoç” diyorum.
‘Aşkı aramayı bıraktığında gelir’ derler biliyor musun?
O benim başıma gelen işte. Ben tamamen kariyerime odaklanmıştım. Malkoç’un hayatıma girdiği dönemde arka arkaya ödüller alıyordum. Özgüven gelmiş, daha neler yapabilirim, workshop’lara katılayım filan diyordum. Onun için de playboy diye yazılıp çiziliyordu ya; (Gülerek) ‘Ben ona prim mi vereceğim, hadi oradan’ dedim ama bana karşı o kadar kibardı ki…
Az önce stüdyoya geldiğinde de çok ilgiliydi sana karşı.
Gerçekten bana karşı çok kibar. Gelince şaşırdım, bir şeye canın mı sıkkın falan diye sordum çünkü sadece iki saniyeliğine uğrayıp gitti. İşte onun için ‘oyunculuğu bıraktırdı, şöyle maço, böyle bilmem ne’ diye yazılıyor ama bunlar uydurma.
İlk görüşte aşka inanır mısın ya da bunu mu yaşadın?
Malkoç bence yakışıklı bir erkek ve normal koşullarda ilk bakışta âşık olurdum belki, ama işte bilinen bir simaydı, playboydu. “Kariyerim mi ona çekici mi geliyor? Reklam yapmak mı istiyor? Ben onun için sadece fiziksel güzellik miyim?” şeklinde soru işaretlerim olmuştu başta. Kadınlar kullanılmaktan korkar, bir de meşhur olmanın getirdiği ayrı bir korku var. Biraz kaçtım, sonra “Mantıklı ol, kaç yaşındasın, kime kandın ki bu yaşa kadar?” dedim kendime.
O ne düşünmüş peki?
Aslında o beni ilk gördüğü gece, baktığı an anlamış. İlk görüşme şansını yakaladığında oturup sohbet ettiğimizde zaten bana dedi ki; ‘Sen osun.’ ‘O kim?’ dedim? ‘Sen’ dedi; ‘Osun, anlarsın.’ Sonra zaten her gün görüşmeye başladık. Görüştüğümüz her gün birbirimize daha uyumlu olduğumuzu hissettik.
Peki, sürekli bir ilerleme halindesin. Çok mu çalışıyorsun?
Çok çalışırım, çok heyecanlanırım. Heyecandan uykusuz gittiğim bile olmuştur sete. Yönetmenimle konuşurum, herkese danışırım, karakterimin ruh halini anlamaya çalışırım. Ancak o sahneyi çektikten sonra rahatlarım. Bilgiye hep açık olmak ve saygı duymak gerekiyor.
Oyunculuk anlamında sana yol gösteren biri var mı?
Benim eğitim almaya karar vermemin en büyük nedenlerinden biri Tuncel Kurtiz’dir. Tuncel ağabey bana demişti ki; ‘Kızım bak ben bu yaşımdayım, daha oyunculuk ne bilmem. Bu böyle bir şey. Sen hem kamera yüzü olan birisin, hem bu işi çok iyi kıvıran birisin. Her şeyinle bu sektöre uyuyorsun, kendini eğit. Hep eğit. Ödüller alırsın o olur, bu olur ama bu yolun sonu yoktur. Yolun sonu, seni sonun ancak.’ Kulaklarımda hep onun bu sözleri çınlar.
Bu yol mücadele gerektiriyor mu?
Tabii ki… En başında güzelliğin her kapıyı açtığı düşünülebilir, ama biraz mantık yürüten biri bunun böyle olmadığını bilir. Harcanıp gidenlerden anlaşılıyor. Kendini geliştiriyorsan devam ediyorsun. Aksi takdirde iki projede bulunuyorsun, ondan sonra bitiyorsun.
Senin kadar çaba gösteren bir kadın ‘ruh ikizi’ istese dahi oyunculuğu bırakmaz gibi geliyor bana.
Evet, doğru. Yeni evlendim ve şimdi tabii ki ara verdim. Dizi çekimleri çok zaman alıyor ama ben oyunculuğu bırakıyorum diye bir şey yok asla. Sinema mesela, çok istiyorum bir filmde oynamak…
Peki, güzelliğin dezavantajlarını yaşadığın oldu mu?
Oldu tabii. Dışarıdan sadece güzel olduğunu ve güzel olduğun için birçok şeye sahip olabileceğini düşünenler var. Bu yüzden insanı daha çok sınava tutma durumları var. Haberleri yok. Olay orada işte! Aslında belki de ben daha çok emek harcıyorum.
Güzelliğin işe yaramadığı bir konu daha var. Kıskanç mısın?
Valla ben kıskanç biri değildim. Bugüne kadar hiç öyle bir yanım yoktu ama çok samimi şekilde şöyle söyleyeyim; tanınır olmanın bende yarattığı tuhaf ruh hali oldu eşimin yanında. Bunu ilk kez söylüyorum, o da röportajda okur. Bir restorana gidiyoruz, biri yanımıza gelip eşime telefonu verip; ‘Fotoğrafımızı çeker misiniz?’ diyor. O yüzden; ‘Tamam ilgi çekiyor olabilirim ama ben de seni çok kıskanıyorum’ ya da (Gülerek) ‘Niye o kadının telefonunu alıyorsun da çekiyorsun?’ gibi bir oyuna başladım ve ardından o oyunun içinde kaybolmaya başladım. Yarı şaka yarı ciddi bir durum var yani…
Kıskançlığın ilişkiyi bozmaması için ne yapmak gerek?
Karşındaki insanı özgür bırakmak gerek. Giden gider kalan kalır. Bugüne kadar ben de yalnızdım. Allah bozmasın, ilişkime zarar gelmesin ve bu mutluluk devam etsin. Etmezse çok yıpranırım, çok üzülürüm ama hayat benim için kaldığı yerden devam eder. Benim annem babam da ayrıldı, hayat devam etti ikisi için de. (Gülerek) A ben ilişki uzmanı mı olsam? Dur böyle bir program yapayım.
Senin kıskanma halin aidiyet duygusuyla mı ilgili acaba?
Anne evladını kıskanır mı? Kıskanmaz. O benimseme öyle bir şey. Şunu da söyleyeyim; benim kıskançlık diye içimde barındırdığım duygu aslında koruyup, kollamak. İçgüdüsel olarak, onu kıymet verdiğim için yaptığım bir şey, ama onun bakış açısından kıskançlık olabilir. Karşımdaki insan neyi, neden yaptığımı anlarsa güzel, anlamazsa ‘Of daraldım’ der. Kızlar, size sesleniyorum; ilk başta neysen o ol. Sahiplenme, artık benimsin deme; kimse kimsenin değil.
İnsan kaybetme korkusuna kapıldığı zaman başka biri gibi davranıyor olabilir mi?
Evet, o zaman kontrol dışı davranıyorsun. Kafanda birtakım paranoyak senaryolar yaratıyorsun, hepsi de gerçek oluyor. Oturduğun yerden hayal edersen duvarlar da oynar. Özgüven gerekiyor; giden gider diyeceksin. Çok kolay bir şey değil bu. Ben çok arkadaşıma akıl veririm. Bana derler ki; ‘Ne kadar hazır cevapsın, ne kadar zekisin.’ Değilim ya! Hani roman okursun ilişkilere dair bir şey öğrenirsin ya, arkadaşından da bir şey öğreniyorsun. Uygulamaya gelince evet sıkıntılı, ama formül bu.
Gece tam uykuya dalmadan önce nasıl hissediyorsun kendini? Ne diyorsun kendi kendine?
Ay ben evliyim! (Kahkaha atıyor) Öyle bir şey… Yanındaki insanla devam edeceğini biliyorsun, büyük de konuşmak istemiyorum ama bence öyle devam edecek. Öyle olması gerekiyor. Zaten aksini düşünüp alenen söylediğim zaman eşime saygısızlık olur. Şunu diyebilirim; ben gece onunla uyurken şey hissediyorum; huzur