Ekim 2021 sayımızdan.
Moda dünyası trend ve dönemler karmaşası içinde. Bir parçanın, rengin, dönemin tek başına trend olduğu günler çok eskilerde kaldı. Bugünün eğilimlerini anlamak için geçtiğimiz otuz yıla göz atmak gerekiyor. Günümüzde trend olan her şey aslında o zamanların izini taşıyor. Zaman makinesine biniyorsunuz, şimdi lütfen kemerlerinizi bağlayın, koltuğunuzu dikleştirin.
80’ler: Bir Delilik Hali
Kaos, maksimalizm, vatka, perma, new wave, çeşitlilik, gürültü, vinyl, saykodelik… Stil konusunda kafaların en karışık, tavırların en cüretkâr olduğu dönemdeyiz. Brooke Shields’in kalın kaşlarını, Jane Fonda’nın neredeyse sadece aerobik kıyafetleriyle hatırlandığı, Lady Di’nin iddialı renk tercihlerini, Lauren Hutton’ın glam parti kızı hâllerini kim unutabilir? Grafik elementler, saykodelik desenler, yüksek bel sigaret pantolonlar, zebra ve leopar desenleri, vatkalar… 80’ler moda akımlarının alt kollarından biri olan ve sezonda da sık sık gördüğümüz ‘athleisure’ tasarımlar evden sokağa, o yıllarda çıkmıştı. Spor kıyafetlerin günlük hayata karışması kadınlara sadece konfor getirmedi, aerobik ya da step gibi sporlarla uğraşmak için yeterli motivasyonu da sağladı. Peki tasarımcılar gezegeninde neler oldu? Jean reklamlarında Brooke Shields’i marka yüzü yapan Calvin Klein yükselişe geçti. Back to the Future filminde Michael J. Fox’un mor Calvin Klein iç çamaşırlarıyla çekilen sahneleri, markayı kültler arasına soktu. Christian Lacroix’nın yeni haute couture yaklaşımı sayesinde fuşya, turuncu, yeşil ve sarı gibi canlı renkler couture dünyasına sızdı. Kadın hazır giyimine yeni bir silüet ekleyense Thierry Mugler oldu. İddialı omuzları, bel vurguları, teatral look’ları ve vinyl kumaşları tasarımcıya ‘fütüristik’ etiketini kazandırdı.
1980’de ilk hazır giyim koleksiyonunu sunan Azzedine Alaia, sadece dört yıl sonra French Ministry of Culture’ın En İyi Tasarımcı ödülünü almak için Grace Jones’un kollarında sahneye taşındı. Zira kendisi ilk kez likra kumaşı iç giyimden alıp süper seksi elbiseler yaratmak için kullandı. O zamanlar L’enfant Terrible olarak tanınan, modanın yaramaz çocuğu Jean-Paul Gaultier, sokak modasından aldığı ilhamla yarattığı uçarı koleksiyonlarla belki de moda tarihinin en çok konuşulan isimlerinden biri oldu. 80’ler yenilikçi, vahşi ve cüretkâr bir dönemdi. Bugün onu tekrar gündeme getirmemiz ve yeni sürümüyle hayatlarımıza entegre etmemiz o zamanların henüz keşfedilmemiş çılgınlığından mı kaynaklanıyor dersiniz? Duran Duran, Madonna, Tina Turner, Michael Jackson gibi isimlerin pop müziği zirveye taşıdığı 80’lerde fazlasıyla kusursuz, elektronik destekli müziklerin de doğduğuna tanık olduk. O dönemin müzik akımını ‘soğuk’ ve ‘voltajı yüksek’ mükemmel prodüksiyonlar diye özetleyebiliriz. Çok büyük stadyum ve ‘live aid’ konserler, dönemin ruhunu anlamak için iyi örnekler. Peki, bu dönem günümüz moda anlayışına nasıl yansıyor? David Bowie’nin imzası hâline gelen, 80’lerin önemli look’larından ‘power suit’ler bu sezon Versace, Balmain gibi defilelerde görülüyor. Prince’le özdeşleşen jakarlı ve parlak görünümler Prada ve Dries van Noten’ın yorumuyla modernleşiyor.
90’lar: Meğer Sessizce Peşimizden Geliyormuş
Bu dönemi daha dün yaşanmış gibi hissediyor olabilirsiniz. Gençliğimizin, hatta serseriliğimizin yılları olan 90’lar, biz onu moda tarihinin bir köşesinde bıraktığımızı sanırken gölge gibi peşimizden geliyormuş. Birkaç sezondur etkilerini görsek de podyumlardan gerçek hayata inmesi 2017 yazında zirve yaptı. O yıllarda yaşanan ekonomik uyanma ama asıl informatik çağın başlaması, alt kültürlerin doğması, yaşadığımız hayatı şekillendiren etkenlerden oldu. Bugün hayatlarımızda olan birçok şeyin temeli de 90’larda atıldı. İçine azıcık bilgiyi sığdırabilen disketler, Icq’nün bağlantı sesi, ilk cep telefonları ve omuzlarımızdaki en büyük sorumluluk; Tamagotchi’lerimizi beslemeyi unutmamak… Müzik dünyasında Gwen Stefani, Kurt Cobain, Spice Girls, TLC rüzgârı. Televizyonda Clueless, Beverly Hills, 90210, Friends, Seinfeld… Sinemada Nora Ephron’un epik filmleri, başrolde Meg Ryan, o yılların ‘baby face’i… Bir de kabarık kıvırcık saçları ve ikonikleşen dudaklarıyla Julia Roberts. En önemli soru ise şu: Leo mu, Brad mi? O yıllarda popüler kültür modayı şekillendiriyordu; moda popüler kültürü değil. 90’ların ve hatta bugünlerin de stil ikonu Chloë Sevigny de bizimle aynı fikirde. Bir röportajında; “90’lara takıntımız olması çok normal. Çünkü moda, sinema ve müzik dünyasında çok heyecan verici yenilikler oldu. Bence o zamanla kıyaslarsak yaratıcılık anlamında fazlasıyla yavaş bir dönemdeyiz. Çok fazla tedirginlik yaşıyoruz, her taraftan bilgi akışı var. 90’lar kesinlikle daha ilham vericiydi” diyor. Kendisi bizim ilk modern zaman influencer’ımız sayılabilir. Ve Naomi Campbell, Linda Evangelista ve Christy Turlington rüzgârı… O yıllarda modellik algısını tamamen değiştiren üç yakın arkadaş, ‘Trinity’ olarak da anılıyordu. Her biri kendine has güzellikleri ve tavırlarıyla dönemin her tasarımcısının ve modaevinin arzu nesnesiydi. Yüksek bel jean’lerini kısa üstler, chocker’lar ve halka küpelerle süsleyen Gigi, saçlarını 90’lar modelinde ince kaküller hâlinde kestiren Kendall kulağımıza dönemin bir süre daha yaşanacağını fısıldadı uzun bir süre.
Gerçek 90’larla bugünkü 90’lar trendi arasındaki en önemli fark, işin tamamen styling’e dönüşmesi. Yani siz isterseniz minimal bir 90’lar kızı olun, isterseniz grunge… Birbiriyle çakışan giyim kodlarını karıştırabilir ve dönemin kendine özgü o eklektik tavrını düzenleyebilirsiniz. Şimdi sakince bel çantanızı, chocker’ınızı, jean takımınızı, ışıltılı disko kıyafetlerinizi, athleisure kombinlerinizi, basket ayakkabılarınızı çıkarın. Sanki hiç yaşanmamış gibi, 90’ların kreatifliğiyle o yılları yeniden yaşayın.
2000’ler: Ve Milenyum Başlar
Her sezon bir on yıllık dönemi ödünç alan ve güncelleyip tekrar önümüze sunan moda dünyasının radarında bu kez 2000’ler var. Evet, bunu söylediğim için üzgünüm ama 2000’ler de artık ‘nostaljik’ sınıfında. Moda dünyasını istila eden 60’lar, 70’ler, 80’ler ve 90’lardan sonra sıranın 2000’lere geleceğini tabii ki tahmin edebiliyorduk. Peki, ama buna hazır mıyız? Eğer düşük bel jean’lerinizi ve halter kesim, boyundan bağlı tuniklerinizi sakladıysanız hazır ve şanslısınız. Şimdi size hızlı bir 2000’ler turu attıracağım. Neler yaptık, neler dinledik fakat en önemlisi de neler giyindik?
Öncelikle şunu hatırlamakta fayda var; o dönemin felsefesinin ‘iyi görünmek için kötü zevke sahip olmak’ olduğunu unutmayın. Britney Spears ve Justin Timberlake’in flört ettiği zamanlarda giydikleri ‘denim on denim’ kıyafetleri, Paris Hilton’un kadife Juicy Couture eşofman takımını hatırlarsınız… Neyse ki, rol modelimiz onlar değil. 90’ların sonu 2000’lerin başında, yani milenyumda moda dünyası teknolojiden fazlasıyla etkilendiği bir on yıllık dönem başlattı. Bu dönemin renk paletinde metalikler, parlak siyahlar, çokça gri vardı. Omuzları açıkta bırakan ‘off shoulder’ diye tabir ettiğimiz üstler, halter yaka, boyundan bağlı bluzlar, saten gibi parlak kargo pantolonlar, düşük belli jean’ler ve tabii ki ‘mule’ dediğimiz ayakkabımsı terlikler… 2000’leri bir kadına benzetecek olsam, kesinlikle kafası karışık bir kadın olurdu. Sportif jean pantolonun üstüne, formal blazer ceketini giyen bir kadın… Parlak kumaşlı salaş pantolonlarla giyilen sportif üstler, logolar ve daha fazlası… Mesela Tom Ford 2016 İlkbahar/ Yaz koleksiyonunda ince askılı üstleri, her yerinde fermuarlar olan, düşük bel bir kargo pantolonla gördük. Hızlı bir şekilde günümüze dönelim. Sokak stili yıldızları çoktan düşük bel pantolonlara geçiş yaptı. Dion Lee Sonbahar/ Kış 2021-22 koleksiyonunda bu pantolonları kısacık üstlerle bir araya getirdi. Peki, bu milenyum çılgınlığı için nelere ihtiyacınız var? Büyük halka küpeler, aksesuar niyetine beyaz iPod, parlak kumaşa sahip bomber ceket, kargo pantolon, ince askılı halter kesim bluzlar, klasik Ray-Ban Aviator güneş gözlükleri… Kısacası Jennifer Lopez’in ‘If You Had My Love’ klibinde giydiği her şey. halka küpeler, aksesuar niyetine beyaz iPod, parlak kumaşa sahip bomber ceket, kargo pantolon, ince askılı halter kesim bluzlar, klasik Ray-Ban Aviator güneş gözlükleri… Kısacası Jennifer Lopez’in ‘If You Had My Love’ klibinde giydiği her şey.
2010’lar: Bonus
Hayatımıza Instagram girdi ve her şeyi hashtag’lerle #anlatmaya #başladık. Basit bir telefon uygulamasının hayatlarımızı, moda sektörünü ve eskiye dair bildiğimiz her şeyi bu denli değiştireceğine asla inanmazdık. Instagram’la birlikte yükselişe geçen sokak stili modası, artık bir şeye sahip olmamızın yetmediği anlamına da geldi. Sahip olduğumuz parçayı, konumu, yiyeceği paylaşmıyorsak ona sahip olmanın ne anlamı vardı? Kürate ederek yaşadığımız hayatlarımıza influencer’lardan önce it girl’ler girdi. Büyük modaevlerinin yanı sıra yeni ve küçük moda markaları, zamanın ruhunu yakalayarak büyük yankılar yarattı. Mansura Gavriel’in Bucket Bag’i, 2010’lu yılların en çok satılan çantalarından biri oldu. Karşısında Celine’in Luggage Bag’i vardı. Balenciaga’nın Triple S spor ayakkabıları 7’den 70’e herkesin ayağındaydı. Phoebe Philo’nun Celine defilesinden sonra selama çıkarken giydiği beyaz Adidas Stan Smith’ler, büyük bir geri dönüş yaşadı. Ve Philo’nun minimalist etkisi, sanki önceki yılların yarattığı karmaşayı ve gürültüyü temizlemek için bir on yılı şekillendirdi. Bu esnada hayatımıza hipster, normcore, athleisure gibi kelimeler girdi. Apple ilk iPad’ini lanse etti. Lady Gaga bir ödül töreninde full kırmızı etten oluşan bir elbise giydi. Angry Birds oynamaktan baş parmaklarımız tutuldu. Justin Bieber diye bir çocuk hayatımıza girdi. Lost’un finali hepimizi üzdü.
Ve sıra geldi 2020’lere. Markaları ve modayı bir sosyal statü sembolü olarak ya da bir çevreye ve arkadaş grubuna ait olmak için kullanmayan bir jenerasyonun çoğunlukta olduğu yıllar… Onlar, tam aksine bireyselliklerini ön plana çıkaran kıyafetleri tercih ediyor. Önemli olan bir parçanın markası ya da etiketi değil, nasıl ve nereden geldiği… Ürün satın almak yerine tecrübe satın alıyorlar. Sizi şaşırtabilir ama bu nesil bir öncekiler gibi alışveriş bağımlısı değil. Yukarı kaydırtanlar mı? Onların çoğu hâlâ bir önceki jenerasyona ait isimler. Bunları neden yazıyorum? Önümüzde bilinmeyen bir gelecek, karşımızda farkındalığı yüksek bir gençlik var. Gelecek hakkında biraz olsun tahminde bulunmak için geçmişte olanları iyi analiz etmek gerekiyor. Basit dönüşümlerle değişecek ve değişmek zorunda olan alışkanlıklar içindeyiz. Soru şu; gelecek on yıllık dönemin oluştuğu bugünlerde, dönüşümün neresinde olacaksınız? Gerçekleştirenlerin tarafında mı, izleyenlerin tribününde mi?