9-10 Kasım tarihlerinde Zorlu PSM’de gerçekleşecek Fashion Film Festival İstanbul’da yine birbirinden ilgi çekici filmler, söyleşiler ve konuklar yer alıyor. Detayları kurucusu ve direktörü Tuna Yılmaz’dan öğreniyoruz.
Moda dünyası ile yollarınız nasıl kesişti?
Yaratıcı dünyalar hep göz hizamdaydı aslında. Ama belli bir dönemden sonra profesyonel olarak sinema ve festivaller konusunda uzmanlaşmaya başladım. Moda her zaman hayatımın bir parçasıydı. Yine de tasarım yüksek lisansı yapmaya başladığım an modanın çok daha derin ve zengin taraflarıyla tanıştım. O andan itibaren hem kişisel ilgim hem de profesyonel kariyerim bu yöne doğru evrilmeye başladı. Önce tasarımcı dostlarımın şovlarına kreatif danışmanlık yapmaya, ardından yurt dışı moda haftalarına ve fuarlara katılımları konusunda prodüksiyon hizmetleri vermeye başladım. Son durağım ise moda filmleri oldu.
Türkiye’nin tek moda film festivali Fashion Film Festival İstanbul’un kurucusu ve direktörüsünüz. Fikrin çıkış noktası nedir?
Her şey 2012 yılında kendime “Ben neden iki büyük tutkum olan moda ve film dünyasını bir araya getirecek bir şeyler yapmıyorum?” sorusunu sormamla başladı. O dönem Diane Pernet de Paris’te ‘A Shaded View on Fashion Film’ adıyla moda filmleri gösterimleri düzenliyordu. Biraz da ondan ilham alarak moda filmleri etkinliğini gerçek bir festival olarak hazırlamaya karar verdim. İlk olarak o yılın İstanbul moda haftasına ait iki edisyonda paralel etkinlik olarak minik gösterim ve partiler düzenledim.
Organizasyon süreci nasıl geçiyor?
Festivale başvurular şubat ayı başında başlıyor ve ağustos sonunda sona eriyor. Yedi aylık süreçte tek tek filmleri izliyor ve belirli bir elemeden geçiriyoruz. Bu süreçte ben dünyadaki moda haftalarına giderek festival için önemli olabilecek insanlarla tanışmaya çalışıyorum. Ayrıca başka moda film festivallerinde, Türk filmlerinden oluşan bir seçkiyi gösteriyoruz. Özellikle yaz sonunda da festivale davet edeceğimiz jüri, konuşmacı, konuk ve sponsorluk görüşmelerimiz oluyor.
İlk başladığınız günden bugüne Fashion Film Festival İstanbul ne gibi değişimler ve gelişmeler geçirdi?
Her şeyden önce söylemem gereken şey seyirci, katılım ve bilinirlik anlamında büyüdüğümüz. Bunun dışında ilk yıl sadece iki kategoride ödül verirken artık yedi farklı kategoride filmleri onurlandırıyoruz. İlk başlarda sadece elemeyi geçmiş filmleri topluca gösterirken uzun bir süredir programımızı daha küratöryel bir gruplandırmayla sunuyoruz. Artık yurt dışından konukları davet ettiğimizde festivali bildiklerini ve daha önceki konuklarımızdan çok güzel şeyler duyduklarını söylüyorlar. Bunlar hep mutluluk verici gelişmeler. Malum artık ülkemizde her şeyin festivali yapılır oldu. Festival kavramının da değeri biraz baltalandı. O nedenle biz ilk üç senemizde, adımızda ‘festival’ değil ‘fest’ kelimesini kullanarak bu duruma biraz tepkimizi gösterdik. Üç yılın ardından kendi kitlemizi yarattığımızda da ismimizi tam olarak festivale döndürüp logomuz dâhil kurumsal kimliğimizi de yeniledik.
Bu yıl etkinliklerde bizleri neler bekliyor?
Bu sene yine yüzün üzerinde harika moda filmi, seyirciyi bekliyor. Dansın ön planda olduğu ve beden dilinin altını çizen filmlerden oluşan ‘body in motion’ adlı bir bölümümüz var. Ayrıca bu sene ilk defa festival için bir tema belirledik; ‘female gaze’ yani kadın bakışı. Bu sene hem jüride, hem konuşmacı listemizde hem de filmlerimizde bir kadın ağırlığı olacak. Kadın yönetmenlere ayırdığımız büyük bir bölümümüz de var. Zaten festival olarak artık jürilerimiz de dâhil hiçbir panelde kadınsız bir oturum düzenlemiyoruz. Bu sene House of Holland markasının kurucusu ve kreatif yönetmeni Henry Holland, ünlü influencer Matthew Zorpas, Nick Knight’ın kurduğu SHOWstudio’nun yöneticisi Raquel Coucero, IED Milano direktörü Sara Azzaro gibi pek çok konuğumuz olacak.
Etkinlik içeriğine baktığımızda basılı yayının durumu, modanın aktivist yönü, teknoloji ile değişen dengeler gibi aslında moda endüstrisinde en çok konuşulan konular dikkat çekiyor. Sizin bu konulardaki düşünceleriniz nedir?
Moda, internetin hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmaya başladığı günden beri kökten bir değişim içinde. Artık her şey anında duyuluyor, koleksiyonlar derhal talep edilebiliyor. Markalar, tasarımcılar ve dergiler de bu hıza ayak uydurmak zorunda. Artık çevreye, kimliğe, cinsel yönelime, sosyal sorumluluğa daha duyarlı bir tüketici var. Tasarımdan üretime bu konulara dikkat etmek zorunda olan bir moda dünyası var. Üstüne üstlük paranın el değiştirdiği, lüksün yeniden kodlandığı bir dönem bu. Moda da bu hız ve kırılgan dünyada kendi yolunu arıyor.
Dünya ile Türkiye’yi kıyasladığınızda moda filmlerinin bulunduğu noktayı nasıl değerlendirirsiniz?
Tamamen farklı noktadalar. Dünyada en büyük modaevlerinden en genç tasarım öğrencilerine kadar bu janrın önemi anlaşılmış durumda. Tüm bu bahsettiklerimin sosyal medya hesaplarında, devamlı moda filmleri çekilip yayınlandığını göreceksiniz. Oysa Türkiye’de henüz reklam filmiyle moda filmi arasındaki fark anlaşılmış değil. Moda filmi markaların hem DNA’larını ifade edebilecekleri, kendilerini tanıtabilecekleri, hem de görünürlük elde edebilecekleri yegâne alan. İnsanlar bilgisayarlarında reklamları pas geçiyor. Televizyon izleme oranları düştü. Defile videoları zaten sıkıcılıkları nedeniyle tercih edilmiyor. Böylesi bir ortamda büyük önem taşıyan moda filmlerinin bizde de özellikle büyük markalarımız tarafından bir an evvel benimsenmeleri gerekiyor. Üstelik moda filmleri reklam filmlerine göre daha genç yeteneklerle ve düşük bütçelerle de çekilebilecek yapımlar. Daha verimli ve sürdürülebilir bir yapıya sahipler. Umarım festival olarak Türkiye’deki ortama, dünyadakine benzer bir yol açabilmek için katkıda bulunabiliyoruzdur.