2020’ye girdiğimize göre sadece bir değil, on yıllık bir dönemi geride bırakmış oluyoruz. Özellikle moda adına kimi zaman zor kimi zaman keyifli bir dönem geçirdiğimiz kesin. Peki, bu on yılın son ayağı olan 2019 iyisiyle ve kötüsüyle moda endüstrisine neler öğretti?
Tartışmalarıyla, sosyal farklılıklarıyla, tüketimleriyle, katkıları ve zararlarıyla inişli çıkışlı bir moda yılında; geriye bakıp gelecek için ders çıkarma zamanı.
İklim Ve Moda İlişkisi
Birkaç yıldır adaptasyon süreci yaşayan sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği, 2019’da oldukça geniş yer buldu. Moda endüstrisinin bu konuda hâlâ öğrenmesi ve bilinçlenmesi gereken pek çok nokta var. Bu kadar büyük bir endüstriyi tamamıyla değiştirmenin zaman alacağı kesin. Bunun yanında önemli yollar kat edildiğini de söylemek gerekir. Yine de tüketici tarafından gelen büyük bir baskı bulunuyor. Şöyle ironik bir gerçek de var… Hızlı tüketim çağında daha çok isteyen müşteri ve sürdürülebilirlik için, daha az üretmesi gereken marka tarafı bulunuyor.
Tüketici sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği konusunda moda endüstrisinden beklenti içine giriyor. Büyük bir kesim de daha çok tüketmenin peşinde. Burada markalar kadar tüketiciye de büyük pay düşüyor. Fashion Industry Charter on Climate Action, 2030’a kadar özellikle karbon yayılımını yüzde 30 azaltacak kadar imzaya sahip olduklarını belirtmişti. Tüketimin büyük bir kısmını oluşturan lüks pazarın piyonları, bu yıl öncü adımlar atmaya başladı. Ağustos ayında Fransa’da, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ön ayak olduğu Fashion Impact zirvesi, 30’un üzerinde şirketi bir araya getirdi. İklim, okyanuslar ve biyo-çeşitlilik adına adım atmaktan söz etti. Bunların başında endüstrinin yüzde 30’unu kapsayan Kering başı çekiyordu. Kering’in Sürdürülebilirlik Ofis Başkanı Marie-Claire Daveu bu konuda; “Bu bir başlangıç noktası. Endüstrinin yüzde 30’dan fazlasını oluşturuyoruz. Tabii ki, amacımız bu sayıyı yüzde 40 ve 50’ye çıkarmak. Ama konuya dâhil olmak için biraz daha zamana ihtiyacımız var” diyor. Fashion Pact zirvesinin ardından Kering, Gucci’den başlayarak karbon salınımını dengelemek amacıyla her yıl 8.4 Milyon Dolarlık harcama yapacağını açıkladı.
Bünyesinde Gucci, Saint Laurent, Balenciaga gibi ana akım markaları barındıran Kering, ardı ardına çevre adına katkı bombardımanı yaptı. Bu noktada akıllara bir soru geldi; herkes burada, LVMH Group nerede? Fashion Pact’e katılmayan, iklim ve sürdürülebilirlik konusunda bir açıklama yapmayan LVMH neden sessiz kalmıştı? Lüks moda endüstrisinin lideri olan grup, rakibi artı puan kazanırken ve üstüne üstlük pazarın en büyük payına sahipken neden ortalıkta yoktu? Çok geçmeden biraz alaylı bir açıklama geldi; “Şunu unutmayın ki, bu konu bizim 2013 yılından beri tutkumuz. Onlar amaçlar ve girişimlerden bahsediyor, biz sonuçları konuşuyoruz.” Daha bu yıl Stella McCartney gibi sürdürülebilirlik konusunda örnek olan bir markayı satın alan grubun, bu konuda sessiz kalması garip olurdu.
Çeşitliliğin Gücü Adına
Özellikle yeni jenerasyonla birlikte farklı bir dünya anlayışı içinde olduğumuzu kabullendik. Moda endüstrisinde belirli normların dışına çıkmanın aslında o kadar da korkutucu olmadığını gördük. İnsanlığı olduğu gibi kabullenmenin güzellik algılarını yıkmasının aksine, üst seviyeye çıkardığı da ispatlandı. Bu yüzden artık kimse Victoria’s Secret izlemiyor. Yılın en tartışmalı konularından biri de güzelliğin şartının ‘kusursuzluk’ olduğunu aşılayan ve sizi kıskanmaya zorlayan Victoria’s Secret defilesi, tarihinin en düşük izlenme oranına sahipti. CEO Ed Razek’in bu konudaki zayıf yönetimi ve yeni anlayışa ayak uyduramaması sebebiyle, altın çağı bitirdi.
Sonuç olarak kendi de istifa etti. Ve son gelen haberlere göre, artık Victoria’s Secret Show ve melekler yok. Moda endüstrisinde ırkçılığın ya da ‘body shaming’in azaldığını söylemek mümkün. Ama tamamen yok olduğunu söylemek için erken. Bunu açıklayan en güzel örneklerden biri de Diet Prada’nın paylaştığı ve kısa zamanda büyük yankı uyandıran Elle Germany vakası. Elle Germany’nin siyahi modellere yer verdiği sayfada kullanılan başlık, vermek istenilen mesajın aksi yönünde bir etki yarattı. Üstüne üstlük modellerden birinin adının yanlış yazılması büyük tartışma konusu oldu.
Çok fazla ‘beyaz’ olmakla eleştirilen Elle Germany’nin genel yayın yönetmeni hakkında konuşulan şeylerden biri de, moda haftasında yaşanan bir başka body shaming vakasıydı. Stylist Doğukan Nesanir’in Instagram’ında paylaştığı bu olay, bir defile sırasında yaşandı. Olay; yanında oturan kadınların, Nesanir’in görünümü hakkında Almanca (Doğukan’ın Almanca bilmediğini varsayarak) hadsiz espriler yaparak kendi aralarında gülmeleriyle başladı.
Daha fazla dayanamayan Nesanir, (Almanca konuşarak) bu ayıba bir son vermeleri gerektiğini söyledi. Nesanir’in onları anladığı gerçeğinin şokunu yaşayan kişilerden birinin, Elle Germany’nin genel yayın yönetmeni olduğu ortaya çıktı. Bu olay özür dilemeler ve kimseye bahsetmemesi gerektiği konusunda yalvarmalarla devam etti. Elle Germany’nin Instagram’da paylaştığı yetersiz bir açıklamayla derginin geleceği bir muammaya dönüştü. Bu da, sektörde bulunan çoğu kişiye yeni dünyaya alışması, bu dili anlaması ve ayak uydurması konusunda önemli bir ders verdi.
Politik Moda
Son yıllarda ülke siyasetlerinin etkilemediği rahat bir köşe bulmak neredeyse imkânsız. Bu yılın politik gündemi de hareketli olmakla birlikte, moda endüstrisini etkilemek için yeterli güçteydi. Öncelikle dünya genelinde yaşanan ekonomik gerilemenin etkisi üzerine, pek çok analist uyarıda bulundu. Büyükler liginde yer alan şirket ve markaların büyüme hızında yavaşlama görülse de kriz yaratacak bir mesele hâline gelmedi. Tabii, bazı istisnalar da olmadı değil. Buna ilk verilecek örneklerden biri de Brexit draması.
Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden çıkması üzerine kurulu olan bu drama, hâlâ sonuçlanmış değil. Başbakan Theresa May’in istifasının ardından, yerine İngilitere’nin Donald Trump’ı olarak görülen Boris Johnson geldi. Bu da, Brexit’in kesin olarak gerçekleşeceği yönündeki tahminleri artırdı. Bu da pek çok şeyle birlikte ülke ekonomisinin geleceği ile ilgili soru işareti oluşturuyor. Bu sebeple bu durumdan moda endüstrisinin etkilenmemesi söz konusu bile değil. Gümrükte gerçekleşecek olan değişikliklere göre markalar fiyatlandırmalarında ve stoklarında yenileme yapmak zorunda. Bunun farkında olan pek çok marka önlem almak üzere çalışmalar yapsa da, henüz kesinleşmeyen bir durum doğrultusunda hareket etmek pek de mümkün değil. Bu belirsizliğin olumsuz getirisi ise, markalar tarafından hissedilmeye başlandı bile.
Hong Kong geçtiğimiz yıl Singapur ile birlikte, özellikle moda endüstrisinde gelişme gösteren ve pazar potansiyelinin en yüksek olduğu ülkelerden biriydi. Bu yıl ise durum çok farklı bir boyutta. Çin ile olan ‘Tek Ülke, İki Sistem’ anlaşmasıyla yönetilen Hong Kong’ta, geleceği için endişe duyan jenerasyonların ayaklanmasıyla birlikte bir kaos başladı. Uzun süredir devam eden bu süreç henüz sonuca ulaşmış değil. Sosyal medyaya yansıyan haberlere göre, polis şiddetini artırmış durumda. Bu sebeple geçen yıl büyük atak gösteren Hong Kong moda endüstrisi, protestoların etkisiyle duraklama tuşuna başmış durumda.
Chanel, 6 Kasım 2019’da Hong Kong’ta gerçekleştirmeyi planladığı 2020 Cruise şovunu iptal etmek zorunda kaldı. Finans firması UBS, yaptığı açıklamada pek çok lüks markanın risk bölgesinde kaldığını belirtti. Hatta bu durum moda endüstrisinde bile protestolara neden oldu. Nike’ın Undercover ile yaptığı iş birliği tasarımcısı Jun Takahashi’nin isteği üzerine Çin’den geri çekildi. Sonuç olarak hâlâ sıcağı sıcağına devam eden protestoların gidişatı henüz belli değilken, ülkedeki pek çok ekonomik dinamiğin geleceği bir süre daha askıda kalacak.
Big In China
Çin’den bahsetmişken… Çin’in moda endüstrisi üzerindeki büyülü etkisi bir illüzyon değil. Verilerle ispatlanan ve kimi zaman azalarak kimi zamansa artarak büyüyen bir gerçek. Şu an Çin pazarına henüz adımını atmamış olan markalar, burada pay kazanmak için daha neyi bekliyor bilinmez. Ama modanın tüm dinamiklerini ülkenin çekip çevirdiğinden haberdar olmalılar. Ülke, sosyal medya, e-ticaret, lüks tüketim, influencer pazarı gibi aklınıza gelecek pek çok dinamiğin hükmünü sürdürüyor. Araştırma şirketi MacKinsey’in nisan ayında yayınladığı raporda; Çin’in 2025 yılında pazarın yüzde 65’ine hükmedeceği öngörülüyor. 2018 yılında Çin’deki tüketicilerin (ülkede ve yurt dışında) yaptığı toplam harcama, 115 Bilyon Dolar olarak belirtiliyor. Bu sayılardaki en büyük payın, yeni jenerasyonlar olduğunu da belirtmek gerekiyor. Konu yine Millennials ve Gen Z’nin istekleri çerçevesinde şekillenen trendler ve hızlı tüketime geliyor.
Jenerasyonları analiz etmenin yanında, özellikle Çinli gençleri anlamak öncelikler arasında. Peki, ya influencer’lar? Endüstride değişen pek çok dinamikle beraber influencer pazarı da kendi içinde dinamiklerini değiştiriyor. Artık pek çok influencer sadece bu tanımla anılmak istemiyor. Çünkü artık farklı unvanlar kazandıkları işleri bulunuyor. Sosyal medya üzerinden marka iş birlikleriyle kazandıkları parayı, başka alanlarda (danışmanlık, marka vs.) yatırım olarak değerlendiriyorlar. Belki de bu yılın değişen en büyük dinamiğini Instagram kazandırıyor. O da beğenilerin gizlenmesi…
Amerika ve İngiltere’de başlayan uygulamanın özellikle influencer pazarında yaratacağı etkinin analizleri şimdiden yapılmaya başlandı. Etkileşim ve data üzerinden ilerleyen influencer pazarının bu konudan zararsız çıkacağını belirten analistler de var. Takipçi sayısının hâlâ durduğunu, markaların temsilcilerini seçmenin de beğeniyle ilerlemediğini belirtiyorlar. Bunun sonuçlarını ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz. Sosyal medya demişken yılın platformundan da bahsetmeden geçmeyelim; TikTok. Ufak bir bilgi vermek gerekirse; en çok TikTok kullanan ülkeler arasında Rusya, USA ve Hindistan ile birlikte Türkiye de bulunuyor. Pek çoğunuzun TikTok denince tüyleri ürperiyor olabilir. Fakat yeni jenerasyonun en büyük eğlencesi hâline gelen bu platform, birçok markanın strateji planları arasında yer alıyor. Burberry, Calvin Klein gibi markalar şimdiden kullanmaya başlamış durumda. Gen Z’yi yakalamanın en kestirme yolu olan TikTok, belki de düşündüğümüz kadar kötü değildir. Sonuç olarak, 2019 iniş ve çıkışlarıyla bize veda ediyor. 2020 ise yine pek çok soru işaretiyle birlikte geliyor. Eminiz ki, yine tartışacağımız, keşfedeceğimiz, hayret edeceğimiz ve sevineceğimiz pek çok şey bizi bekliyor. Çözümleriyle, problemleriyle, yükselenleriyle ve trendleriyle yeni bir yıla hazır mıyız?