Genel

Mart 2024 kapak kızı: Sıla Türkoğlu

Hayatımıza girdiği andan itibaren kalıcı olacağının sinyalini veren Sıla Türkoğlu’yla yeni mevsimi yeni umutlarla karşılarken hayat yolculuğunu, motivasyon kaynaklarını ve kadın meselelerini konuştuk. “Kendimle yavaş yavaş barışıyorum” diyen oyuncuyla yolumuz daha çok kesişeceğe benziyor.

Hepimiz hayatın temposuna kapılıp gidiyoruz, akıştayız yani. Durup dinlenmek içinse başvurdugumuz birkaç yöntem var: Kimimiz kendini müziğe, kimimiz kitaplara, kimimiz türlü türlü hobilere kaptırıyor kendini. Geniş bir kitle de özellikle akşamları televizyon başında, dizi/ film izlemeyi tercih ediyor. Beyaz camın reyting canavarı Kızılcık Şerbeti’nin Doğası olarak karsimiza çıkan Sıla Türkoğlu, son dönemin yükselen yıldızlarından. Ekran onu cok sevdi, biz de!

Onu daha yakından tanımak için oldukça heyecanlıyım. Her hafta Doğa olarak evlere konuk oluyor, başına neler geleceği, alacağı kararlar tartışılıyor ama Sıla olarak nasıl biri acaba? Biraz yoğun bir süreçte olduğundan bahsederek söze başlıyor Sıla, kendisine pek vakit ayıramıyor şu sıralar. Kızılcık Şerbeti’ne katılma serüvenini merak ediyorum: “Dizi zamanla, küçük küçük kendi kitlesini yaratmaya başladı. Büyüyerek gitti. Senaryoya karakter odaklı bakmadım. Benim için karakter önemli değildi. Kızılcık Şerbeti karakter bazlı bir iş değil. Bütün karakterlerin hizmet ettiği belli alanlar var. Senaryoyu elime aldığımda bu işin içinde olmalıyım dedim. Doğa ya da farklı bir karakter hiç fark etmez, bu işin bir parçası olmalıydım.”

Geçtiğimiz sayılarda biz de Marie Claire olarak Kızılcık Şerbeti’ni yazılarımıza taşıdık. Toplumsal çatışma ekseninde farklı hayat tarzlarını, üstelik primetime’da, evlerimize taşıyan bu dizinin başrol oyuncularından birini yakalamışken dizinin başarısını neye bağladığını soruyorum: “İki tarafın da şeffaf bir şekilde, tüm yanlarını göstermeye çalışıyoruz. Zıt kutupların aynı noktada buluşabileceğini anlatmak istiyoruz. Bu sadece dizi için geçerli değil hayatta da bu böyle. Bir denge içindeyiz.” Peki ya ekip olarak nasıl bir dinamikleri var? “Kendi içimizde çok eğleniyoruz. Kimse kendi çıkaranı gözetmiyor. Hedefimiz bir konuyu anlatabilmek. Oyuncu bazlı çıkarlar yok ortada. Tüm ekip birbirini destekliyor.” Doğa ya da başka bir rol fark etmezdi dediği aklıma geliyor ve soruyorum; Doğa olmasa hangi karakteri canlandırmak isterdi? Üzerine biraz düşündükten sonra sorumu yanıtlıyor: “Sönmez (gülüyor). Değişmeyen tek karakter o olduğu için Sönmez diyebilirim ilk olarak. Hepimizin karakterleri değişim gösterdi, tek istikrarlı karakter Sönmez. Ardından Alev karakteri. Kıpır kıpır, canlı, feminen bir yapısı var, böyle bir karakteri canlandırmak benim için keyifli olabilirdi.” Nursema karakteri Sıla’yı içindeki gücü keşfedip başkaldırışıyla, alıştığı her şeye karşı çıkabilmesiyle etkilerken Kıvılcım’ın da dik duruşunu çok beğeniyor. “Doğa’nın genel olarak griliğini seviyorum. Ama tabii ki ikinci sezonda ondan beklentim farklı. Doğa’nın yaşadıklarını yaşamış birçok kadın var ve kadınların sessiz kalması beni çok üzüyor. Zor şeyler yaşayan kadınların seslerini çıkarmaları gerektiğini düşünüyorum.”

Oyunculuk kariyerine başlaması lise yıllarına dayanıyor Sıla’nın. Tiyatro kulübünde sahne almış ve ailesi oyuncu olmasını aslında istememiş. “Ben biraz dik başlı bir karaktere sahibim. Oyuncu olmak istiyordum, aklımda başka bir şey yoktu. Amatör tiyatro ekibindeki bir hocam bir tiyatro kuracağından bahsetti ve onların peşinden gittim. Kulisteki ekip yaklaşımı beni cezbetti. Sahnede olmaktansa sahne arkasındaki yardımlaşmayı, herkesin birbirine kenetlenmesini ve birbirini motive etmesini sevdim.” Televizyondaki ilk rolüyse günlük olarak yayınlanan bir dizi projesiydi. Nasıl bir deneyimdi? “Benim için bir okul gibiydi. Çalışma temposu yoğun olduğundan yorucu bir serüvendi ama çok şey öğrendim.

Ekranda olmak ve herkesin seni izlediğini bilmek, kendine bakmayı da şart koşuyor. Rol yaparken iyi görünmek ne kadar umrunda? “Bu biraz karaktere göre şekilleniyor. Sıla olarak her sahnede çok güzel görünmem gerektiğini düşünmüyorum. Güzellik ve çirkinlik kavramını bir kenara bırakıyorum kamera karşısında. Makyajsız çıktığım sahneler de var. Bebeğini kaybetmiş bir anneyi oynarken makyajsız olmalıydım. Kimse o durumdayken kılık kıyafetini düşünmez. Rol ne gerektiriyorsa onu yapıyorum. Benim için üst baş ikinci planda.” Kıyafetlerden bahsetmişken modayla ilişkisini sorguluyorum: “Modayla aram pek iyi değil ama ilişkimizi düzeltmeye çalışıyorum. Yeni şeyler denemeye açığım. “Asla”larım yok. Hayatı sade yaşıyorum. Basic ve zamansız parçalara gardırobumda yer veriyorum. Aksesuar kullanmaktan hoşlanıyorum. Özellikle çoklu bileklik kullanmaya bayılıyorum.” Pandora ile olan iş birliğinin nedenini şimdi daha iyi anlıyorum ve soruyorum: Pandora ile yolları nasıl kesişti? “Be Love kampanyasıyla maceramız başladı. Sade ama çarpıcı bir şıklıktan ilham aldıkları için markayla bütünleşmiş gibi hissettim. Gerçekten kendimi onlarla çok rahat hissediyorum. Çok keyifli ve güzel bir yolculuğa çıktık. Pandora’da en çok hoşuma giden şey seçtiğim charm’larla birlikte anılarımı tekrar tekrar hatırlayabilmek. Anılarımı üzerimde taşıyabilme fikrini seviyorum ve onlarla bütünleşen bir parçayı kullanmak bana mutluluk veriyor.

BENİM İÇİN GÜÇ, POTANSİYELİNİN FARKINDA OLUP HER DUYGUYU AÇIKÇA YAŞAYABİLMEK DEMEK.

Mutluluk, sevgi kavramları biraz da kişinin kendisiyle barışlık olabilmesiyle alakalı. Onun bu konudaki yorumu ise şu şekilde: “Kendimle yavaş yavaş barışıyorum. Eskiden barışık olduğumu söylerdim ama üzerine düşünmeye başladıkça bazı noktalarda barışık olmadığımı fark ettim. Yaş aldıkça, tecrübelendikçe kendime yaklaşıyorum ve olduğum halimi kabul ediyorum. Nefes alıp kendimi dinliyorum artık. Geleceğe dönük planlar yapmıyorum. Anda olmaya çalışıyorum ama bunu da tam anlamıyla yapabildiğimi söyleyemem. Geçmişe dönerek yaşadığım şeylerden tecrübe çıkarıyorum ve onları nasıl dönüştürebilirim ona bakıyorum. Bana kattıklarını sorguluyorum. Bir gün sonra ne olacağını bilemediğimden plan yapmayı çok sevmiyorum. Şu an neyim var ve neye şükredebilirim, ne yaparsam mutlu olabilirim buna odaklanıyorum. Hayal dünyasından çıktım, biraz daha gerçekçiyim.

Onu mutlu eden şeylerden biri de hiç şüphesiz ki oyunculuk. Peki, bir oyuncu olarak motivasyon kaynakları neler? “Tamamen farklı karakterlere bürünebilmek. Sıla olarak yapamadığım birçok şeyi farklı rollerle deneyimleyebilmek, yaşamak ve görmek, birilerine bu vesileyle dokunabilmek de beni çok motive eden bir şey. Doğa karakteri üzerinden birçok kadının hayatına dokunabiliyorum. Şöhret benim için çok önemli değil. İş konusunda kendimi strese sokmuyorum.” Söz şöhret olmaya gelince tanınan biri olmanın avantajları ve dezavantajlarını düşünürken buluyorum kendimi… Güzel getirileri olsa da aslında büyük bir sorumluluk yüklüyor sanki insana. Sıla bu konuda neler düşünüyor? “Aslında hoş bir durum. Televizyonda iş yapma isteği de buradan geliyor. Tanınır hale gelmek seni tatmin eden ve tatlı gelen bir şey. İnsanların seni sevmesi çok entresan, hala alışamadım. Karşılaştığım insanlar beni kızları gibi görüyor. Seyircinin sizi benimsemesi çok güzel.” Toplum olarak oyuncularla gerçek hayatta karşılaştığımızda onlara öğüt vermek, oynadıkları rollere göre onları desteklemek ya da kızmak içimizde var. Onun başına böyle bir şey geldi mi? “Bir gün, biri sırtıma vurarak ‘Kendine gel, bu adamı affedemezsin… Bırakacaksın onu! Kendini ezdirme’ diye kızmıştı. Bir de Doğa’nın surat asmasına kızan bir kesim var. ‘Bu suratsız da çekilmiyor’, ‘Bu kadar da saygısız olamazsın kayınvalidenle nasıl konuşuyorsun öyle’ diye çıkışanlar da oluyor.” Şöhretin dezavantajlarına gelecek olursa şu şekilde aktarıyor; “Bu konuda çok doluyum. Her şeyden önemlisi, her adımınızın, her sözünüzün, her hareketinizin bir anlamı varmış gibi davranılıyor. Bazen sadece kötü bir gün geçiriyor olabiliriz. Bir açık bulup oraya yüklenmek çok büyük haksızlık. Yanlış anlaşılmak çok mümkün ve kendinizi açıklayabileceğiniz bir alan yok. Özel hayatın didiklenmesi de hoş değil. Artık daha evcimen bir insanım. Dışarı çıkıp koasun içinde çok yer almak istemiyorum.”

Mart sayımızın kapak yıldızı olunca kadın dayanışması üzerine de konuşmak istiyorum onunla: “Keşke kadın dayanışması demek zorunda kalmasak ve biz cinsiyetsiz bir dayanışmayı konuşuyor olabilsek. Ben daha insan odaklıyım… Hemcinslerimin herhangi birinin hakkının yendiğini, hor görüldüğünü ya da şiddete maruz kaldığını görürsem ona destek olmak için elimden ne geliyorsa yaparım. Onunla bir olup içindeki gücü ortaya çıkarmak isterim. Hepimizin içinde bir güç var. Kimimiz bunu kolayca bunu dışarı çıkarabiliyor, kimimiz de yaşadığı baskılardan dolayı bu gücün farkında değil. Bence kadın dayanışması; kişinin içindeki gücü ortaya çıkarmasına yardımcı olabilmek demek.” Güç meselesi açılmışkan güçlü kadın onun için nasıl biri? “Neden güçlü kadını konuşuyoruz? Benim için güç potansiyelinin farkında olmak, her duyguyu açıkça yaşayabilmek demek. Ama ‘güçlü kadın’dan bahsedeceksek ayakları yere sağlam basan, ekonomik özgürlüğü elinde olan, hiçbir erkeğe boyun eğmeyen kadın diye genelleyebilirim. Ben güçlü kadın demektense güçlü insan demeyi tercih ediyorum. Potansiyelimizin farkına varıp onu ortaya çıkarabiliyorsak güçlü bir insanız, her duyguyu açıkça yaşayabiliyorsak… Ağlayabiliyorsam, gülebiliyorsam güçlü biriyim.” Türkiye’de gündem yoğun. Konuyu seçimlere getiriyorum ve kadınların siyasete katılım karnesi hakkında ne düşündüğünü soruyorum; “Kadınların yeterince siyasetin içinde olmadığını düşünüyorum. Bu durum toplumdaki ataerkillikten kaynaklı ama umut var. Farkındalığımız artıyor. Eskisi kadar olmasa da hala zayıfız. Alışagelmiş algıları kırma cesareti bulmalıyız. Erkek üslubuna alışıldığı için kadınları ‘zayıf’ görüyorlar sanki. Eksiğimiz hala var.” Sıla için de karnemizde bu konu kırık. Peki notumuzu yükseltmek için neler yapılabilir? “Doğru eğitim… Ezbere dayanan sistemden vazgeçilmeli. Hala kız çocuklarının okutulmuyor olması bana garip geliyor. Ama umut doluyum. Siyasette kadınların önün açılması için belki kontenjan uygulaması getirilebilir. Aslında tek istediğim şey hakların eşit olması.” Son olarak kadınlar için bir mesajı var Sıla’nın: “Etiketlerden bağımsız, kendin olabildiğin, yaşamın her alanında eşitçe var olabildiğin güzel günlere…”