Kendisini sürekli yenileyen, lüksün belki de en önemli konularından biri olan yüksek saatçilikte uzmanlaşan Lüks Marka Stratejisti Anıl Köprülü ile A’dan Z’ye bu muazzam sektörü konuşup kendi lükslerini dinledik.
İçindekiler
- 1 Kariyerinizi lüks sektörü üzerine inşa etmenizin belirli sebepleri var mı?
- 2 Lüks iletişim sizce, özellikle pandemiden sonra, ne yönde evrildi?
- 3 Peki, bu durum lüksü tüketen müşteriler cephesinde nasıl? Lükse yapılan yatırım, harcama ne yönde değişim ve gelişim gösterdi?
- 4 Sizin “lüks” tanımınız nedir?
- 5 Peki, lüksün değişimi sizce markalara ne yönde avantaj ve dezavantaj sağlıyor?
- 6 Lüks denildiğinde akla ilk nadir ve pahalı olan gelir. Erişilebilirlik açısından da nadir olan lüks olarak tanımlanır. Ancak yine son dönemlerde “ulaşılabilir lüks” kavramı da gündemde. Siz bu kavramı nasıl değerlendiriyorsunuz? Lüksün doğasına aykırı mı, değil mi?
- 7 Kişisel olarak saatlere olan ilginiz ne boyutta?
- 8 Bu aralar satın almak istediğiniz bir saat var mı? Bu saatin hangi özelliği sizi etkiliyor?
- 9 Sizin kişisel lüksleriniz neler?
- 10 Profesyonel hayatınızı daha da ileriye taşımak adına nelerden ilham alır, hangi kaynaklardan beslenirsiniz?
- 11 Sıklıkla seyahat eder misiniz? Tercih ettiğiniz rotalar nereleri?
- 12 Gerek özel gerek profesyonel hayatınızda ilham aldığınız, “gurum” dediğiniz biri ya da birileri var mı?
Kariyerinizi lüks sektörü üzerine inşa etmenizin belirli sebepleri var mı?
Lüks sektörüne ilk girişim 21 yaşında Galatasaray Üniversitesi’nde İletişim Yüksek Lisansı yaparken bir hocamın sektöre olan ilgimi fark edip, bu alana yönlendirmesi ile oldu. Sonrasında ise, “evet çalışmak istediğim alan bu” kararını verdikten sonra tüm adımlarımı uygun olarak attığım için lüks benim için planlanmış bir kariyer oldu. Özellikle New York’ta çalıştığım, sadece moda lüks ürünleri üzerine halkla ilişkiler hizmeti veren PR ajansı tecrübesi, daha 20’li yaşlara bakış açımı çok geliştirdi. Bu sektörde kendimi hepsine çok yakın hissettiğim birçok başlığı bir arada tecrübe ediyorum: Lüks; moda, sanat, tasarım, inovasyon ve teknoloji gibi alanlardan beslendiği için bu dinamik sektörde çalışmak oldukça dinamik ve heyecan verici.
Lüks iletişim sizce, özellikle pandemiden sonra, ne yönde evrildi?
Pandemi hayatımızın her alanını değiştirdiği gibi iletişim eğilimlerimizi de değiştirip, geliştirdi. Bunu en çok dijital dönüşümde hissettik. Pandemi birçok markayı dijital dünyaya çok daha hızlı bir geçiş yapmaya zorladı. Markalar müşteri deneyimlerini dijitalleştirmek için daha fazla yatırım yapmaya başladılar. Çevrimiçi etkinlikler, sanal lansmanlar, dijital defileler artık geleneksel iletişim yöntemlerinin bir parçası olarak yerini aldı. Diğer taraftan pandemi, hepimizi psikolojik ve duygusal durumunu olumsuz etkiledi. Bu nedenle, markalar müşterilerinin duygusal ihtiyaçlarına daha fazla odaklanmaya başladılar. Müşterileriyle daha fazla etkileşim kurmak ve onların hislerine ve ihtiyaçlarına daha duyarlı bir şekilde yanıt vermek için daha fazla çaba sarf ettiler. Sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik başlıklarına daha fazla odaklanmaya başladılar.
Peki, bu durum lüksü tüketen müşteriler cephesinde nasıl? Lükse yapılan yatırım, harcama ne yönde değişim ve gelişim gösterdi?
Tüketiciler olarak pandemide, sadece lükste değil, tüm alanlarda alışveriş alışkanlıklarımız da değişti. Bir kere hepimizin çevrimiçi alışverişe yönelmesini hızlandırdı. Bunun yanında, eskiden internet üzerinden erişemediğimiz birçok lüks ürün, markaların da hızlı aksiyon alması ile çevrimiçi olarak artık daha erişilebilir oldu. Bu da lükse yapılan yatırım harcamaları çevrimiçi alışveriş kanallarında arttırdı. Yine bu dönemde, saat ve mücevher gibi yatırım yapılabilir lüks ürünlere olan müşteri talepleri ve tüketim de arttı. Pandemi sürecinde evde geçirilen zamanlar hepimizin konforlu ve rahat ürünlere olan talebini artırdı. Lüks markalar da, ev giyim ve aksesuarları gibi konforlu ürünlere daha fazla odaklanmaya başladılar ve bu alanda yeni ürünler geliştirdiler. Pandemide çok anılan “Revenge Shopping” kavramı var bir de… Bu tüketim eğilimi, kısıtlamaların sona ermesi ile birlikte müşterilerin, erteledikleri lüks ürünleri alarak kendilerine ödül verme ihtiyacını karşılamış olan bir psikolojik tepki olsa da, bugünümüzde sürdürülebilir bir tüketim modeli olarak görmüyorum.
Sizin “lüks” tanımınız nedir?
Lüks’ün kökeni Latince “luxus” kelimesine dayanıyor ve aslında “aşırıya kaçma, savurganlık, israf” anlamlarına geliyor. Özellikle Roma İmparatorluğu’nda, zenginlik ve gösteriş anlamında kullanılmış. Benim perspektifimden ise lüks, kişiyi mutlu eden, özel hissettiren, rahatlık veren yaşam tarzı ve kişisel tercihleri ifade etmek için kullanılabilen bir kavram bütünü. Tek bir lüks tanımı olmamakla birlikte; kişide benzersizlik ve ayrıcalık hissi yaratan bir deneyim olmalı bence.
Peki, lüksün değişimi sizce markalara ne yönde avantaj ve dezavantaj sağlıyor?
Çevrimiçi alışveriş çok daha geniş bir kitleye erişim imkânı sağlıyor. En önemli avantajı elbette bu. Bunun yanında, fiziksel bir mağazaya göre çok daha fazla çeşit sunma, daha rekabetçi alternatif fiyatlar sunabilmesi ve daha yüksek kar marjı elde etmesi gibi avantajları oluyor. Markalar çevrimiçi satış sayesinde müşterilere daha kolay bir şekilde ulaşılabilir ve satın alma işlemi daha hızlı ve kolay hale getirilir. Böylece de lüks markaların satışlarını artırmasına yardımcı olur. Müşteri deneyimi açısından çevrimiçi satış siteleri, müşterilere kişiselleştirilmiş hizmetler sunarak, müşteri deneyimini artırabilir. Müşterilerin lüks markaların ürünlerini daha kolay bir şekilde keşfetmelerine ve satın almalarına olanak tanır.
Bunların yanında en büyük dezavantaj fiziksel deneyim eksikliği. Lüks markaların ürünlerini internet üzerinden satması, müşterilere ürünleri fiziksel olarak görme ve deneme fırsatı vermediği için tecrübe ve servis kısmı eksik kalıyor.
Lüks denildiğinde akla ilk nadir ve pahalı olan gelir. Erişilebilirlik açısından da nadir olan lüks olarak tanımlanır. Ancak yine son dönemlerde “ulaşılabilir lüks” kavramı da gündemde. Siz bu kavramı nasıl değerlendiriyorsunuz? Lüksün doğasına aykırı mı, değil mi?
Lükse herkesin ulaşabilmesi, yani lüksün demokratikleşmesi aslında pek mümkün gözükmese de; bu kavram, çeşitli segmentteki tüketicilerin lüks ürünlere olan ilgisinin ve tüketimine yönelik talebinin artmasıyla ortaya çıkıyor. Ulaşılabilir lüks, lüksün doğasına aykırı gibi görünse de lüksü besleyen bir durum. Tüketicilerin lüks ürünlere olan talebi arttıkça, üreticiler de bu talebe cevap vermek için daha geniş bir kitleye hitap etmek amacıyla ulaşılabilir lüks ürünler sunmaya başlıyor. Bunun lüksün özelliğini azalttığını ve sıradanlaştırdığını düşünebilir. Ulaşılabilir lüks kategorisine giren ürünler kişilere kendilerini lüks ve özel hissetme imkânı sağlarken, daha ulaşılabilir fiyatları sayesinde daha fazla insan tarafından satın alınabilir hale geliyor. Bence pazarı besleyen ve lüks marka algısına katkıda bulunan bir uygulama.
Kişisel olarak saatlere olan ilginiz ne boyutta?
Saat benim için zamanı gösteren bir araç değil. Sadece bir moda aksesuarı veya bir statü sembolü de değil. Saatim benim pek çok şeyim, bunların yanında bir de zamanı gösteriyor. Öncelikle saatler işim. Sürekli tüm markalara dair araştırma yapıp, okuyup, kendimi bu alanda geliştirmeye ve yenilikleri takip etmeye çalışıyorum. Farklı modellerin ve markaların teknik özelliklerine, tasarımlarına ve işçiliğine dair araştırma yapmak beni dinamik tutuyor. Saat benim hobim, ufak bir saat koleksiyonum var. Farklı marka ve modellerde saatler toplamak ve hatta onların tamir ve bakımı ile ilgilenmek hoşuma gidiyor. Daha da ötesinde saatler sosyal hayatımın bir parçası ve yaşam tarzım. Uzun yıllardır bu sektörde çalıştığım için bu alanda uzun sohbetler etmek veya diğer saat severler/koleksiyoncuları ile bir araya gelmek çok eğlenceli. Sadece giysime uygunluğuna göre değil, o günkü hislerime ve aktivitelerime göre saat takarım.
Bu aralar satın almak istediğiniz bir saat var mı? Bu saatin hangi özelliği sizi etkiliyor?
Listemin en başında OMEGA Mini Trésor modeli var. Hikâyesi olan ve kendimle özdeşleştirebileceğim saat modelleri ilgimi çekiyor. Trésor Fransızca hazine anlamına geliyor. Saatin arka kapağında da minik bir ayna bulunuyor, “bir kadının en değerli hazinesi kendisidir” mesajı ile geliyor saat. Aynı zamanda saatin pırlanta detaylı, modern tasarımı kadın bedeninden ve zarafetinden ilham alıyor. Trésor’un 26 mm kadrana sahip mini modelini seçmemin sebebi ise, bugüne kadar hep büyük kadran saat kullandım. İlk defa bu çift dolamalı kayışlı mini modeli kolumda beğendim.
Sizin kişisel lüksleriniz neler?
“Lüks rahatlık vermelidir, aksi takdirde lüks değildir” diyen 20. yüzyılın en güçlü figürlerinden Fransız modacı Coco Chanel’den esinlenerek lüksü, insanın kendini hem rahat rahat hem de özel hissetmesine bunun yanında da yaşam kalitesini arttırmasına yardımcı olan şeyler olarak tanımlayabilirim. Benim bir numaralı kişisel lüksüm işim. Sevdiğim, mutlu olduğum ve özel hissettiğim işi yapıyorum. Bu yoğun temponun içinde kendime zaman ayırabiliyorum. Gün aşırı spor yapmak, seyahat etmek, dostlarım ve ailem ile uzun keyifli yemekler organize etmek ise diğer lükslerim. Saat ve otomobiller de bunlardan sonra gelen kişisel lüks ilgi alanlarım.
Profesyonel hayatınızı daha da ileriye taşımak adına nelerden ilham alır, hangi kaynaklardan beslenirsiniz?
İşimin de bir parçası olarak çok fazla iş dünyasındaki diğer insanlarla etkileşim içindeyim. Alanında uzman isimler ile networking yapmak ve farklı bakış açıları ile tanışmak bana yeni fikirler ve çokça ilham veriyor. Onların tecrübe ve öğrenimlerini paylaşmak, yeri geldiği zaman mentörlük almak çok kıymetli. Sektöre ve dünyaya dair tüm yenilikleri takip etmek hem iş alanım hem de kendim için önemli. Yeni teknolojiler, iş modelleri, pazar trendleri ve sektörel gelişmeleri günlük olarak öğrenmek olmazsa olmazım. Sektörel konferans ve seminerlerin de hepsine katılmaya çalışırım. Kendi kendimle kaldığım zamanlarda ise profesyonel gelişim kitapları okuyup, başarılı isimlerin biyografilerini izlemeyi seviyorum.
Sıklıkla seyahat eder misiniz? Tercih ettiğiniz rotalar nereleri?
Spor yapmaktan sonra, hayattaki en büyük tutkum ve beslendiğim aktivite seyahat etmek. Seyahat etmeye 18 yaşımda sırt çantamla imkânlarıma göre yerlere giderek başladım. Yıllar içinde seyahat şeklim de evirildi tabii. Artık gideceğim rotaları o anki motivasyon ve enerji durumuma göre belirliyorum. Genel olarak gizli kalmış rotalar ve uzak doğunun her bir noktası çok ilgimi çekiyor. Yılda en az iki veya üç kere uzak bir nokta, aralarda da her fırsatta uçak ile birkaç saatte ulaşılabilecek yerler planlayıp; küçük kaçamaklar yapmak enerjimi yükseltiyor.
Gerek özel gerek profesyonel hayatınızda ilham aldığınız, “gurum” dediğiniz biri ya da birileri var mı?
Gözlem yapmayı çok seviyorum. Karakterimin bir parçası olarak her an birini veya bir olayı gözlemleyip, özümserken buluveriyorum kendimi. Bu da bana, içinde bulunduğum pek çok durumdan ve insandan ilham alma fırsatı sunuyor. Tek bir isimden değil ama ansızın karşıma çıkan farklı insanlardan ilham alıyorum. İnanan, vazgeçmeyen, işini özenle yapan, emek veren, doğruluk ve dürüstlüğünü kaybetmeyen, güçlü ve yaratıcı mizaçları yakalıyorum. Çünkü hayatta hiçbir insanın karşımıza tesadüf olarak çıkmadığına inanıyorum. Hepimizin hepimize aktaracağı bir şeyler var.