Bir süre önce; bizi tıpkı Gezi Parkı ya da Emek Sineması gibi çözüm arayışlarına iten bir haberle ortak bir dil ve ruh oluşturduk. Beyoğlu’ndaki köklü kitapçıların kapanma ihtimaliydi söz konusu olan. Bu vesileyle Enver Aysever, Pelin Batu, Melis Alphan, Banu Güven ve Aret Vartanyan’la buluşup konu akkında konuştuk. Deniz TOKGÖZ
PELİN BATU / ŞAİR & OYUNCU
Pelin Batu’yla buluşmamız Moda’da, Babil Sahaf’ta gerçekleşti. Lütfi’nin dükkânına yolunuz bugüne kadar düşmediyse siz de benim gibi inanılmaz bir haz yaşayacaksınız demektir. Kitaplarla dolu rafların görkeminden başınız dönecek. Gizli köşelerde karşınıza çıkan kartpostallar, notlar, hatıralarla dolu fotoğraflar ve bir akordeon da cabası.
Kitaplar hayatınıza ilk ne zaman girdi?
Babam sayesinde… Evimizde çok büyük bir kütüphane vardı ve hangi ülkeye taşınırsak taşınalım o kütüphane bizimle birlikte geliyordu. Sadece kapağı ilgimi çektiği için seçtiğim ilk kitap, belki de o yaşta hiç okumamış olmam gereken Trevanian’ın Katya’nın Yazı’ydı. Bayağı travmatik bir kitaptı, tekrar okumadım o zamandan beri. Babamın kütüphanesinde çokça tarih kitabı, roman ve polisiye vardı. Londra’daki sahaflara giderdik birlikte. Sir Arthur Conan Doyle aldığımı hatırlıyorum ilk, Sherlock Holmes’ları çok severdim. Babamı kaybetmeden kısa bir süre önce bir kitap yazdım ve ona ithaf ettim; ‘Babama ve kitaplarına’ diye… Babam da dedemden almış bu alışkanlığı.
Ne sıklıkta gidersiniz kitapçıya, sahafa?
Aşağı yukarı haftada bir. Ne zaman ne ile karşılaşacağını bilemiyor insan kitapçılarda. O yüzden Alis Harikalar Diyarı’nda psikolojisini hissetmek çok doğal. Dünyanın dört bir yanında, nereye gitsem soluğu sahaflarda alırım. Bence sahaflar farklı bir insan ırkı. Çoğunluğunun kedisi var, çoğu eşinden gizli kitap alıyor, bazıları yeni bir ev tutuyor sırf kitaplarını muhafaza edebilmek için ve ne yazık ki hepsi de yavaş yavaş tükeniyor. Bu çok üzücü… İstanbul’da çoğu sahaf ders kitapları satıyor artık. Osmanlıca bilen, kitapların değerini anlayan çok az kitapçı var. İnsanlar kitaplarını bile iPad’den okuyorlar artık ama ben bir kitabın kokusunu duymalıyım, altını çizebilmeliyim. İçinde bir not ya da yazı kalmışsa onları keşfetmeyi de seviyorum. Yeni kitap almayı da sevmiyor değilim. Robinson Crusooe gibi dükkanlardan sanat kitapları almayı çok seviyorum örneğin.
Kitap okumak için zamanı iyi değerlendirmek de gerekiyor. Mesainizi nasıl ayarlıyorsunuz, kendinize bu zamanı hediye edebiliyor musunuz?
Babama geliyor dönüp dolaşıp söz, onunla bir ritüelimiz vardı kitap almak için. Bir mükafat bu, çünkü özellikle sahaflarda zaman duruyor ve tüm psikolojim değişiyor. Bazı arkadaşlarım ve babam bana sorarlardı; ‘Bu kadar çok kitap alıp da ne yapıyorsun, okuyabiliyor musun?’ diye, ev gerçekten yürünmez hale geldi. Bir süre sonra bir seçim yapmak zorunda kalacağım, ya da başka bir yer bakacağım.
Buraya geri getirmeyi ve değiş tokuş yapmayı düşünmez misiniz?
Hayır! (Gülüyor) Amsterdam’da 70’lerden beri orada yaşayan Amerikalı bir sahafım vardı, bundan birkaç yıl önce vefat etti. Onunla bir münakaşamız olmuştu, kitapları kendine tutmanın çok büyük bir egoistlik olduğunu söylemişti. Ben hiçbir konuda sahiplenici bir tutum sergilemiyorum ama kitap konusunda çok ‘tutucuyum.’ Benim kişisel hatıralarım, ayak izlerim onlar. Bir kitabı aldığımda hemen içine tarihi ve nereden aldığımı yazarım.
Aldığınız eğitimin ne denli etkisi oldu aldığınız kitaplar üzerinde?
Okul beni Batı edebiyatına yönlendirdi. 15 yıldır Türkiye’de yaşıyorum az bir zaman değil ama yine de çoğunlukla İngilizce okuyorum. İlkokuldan üniversiteyi bitirene kadar İngilizce eğitim aldım. Benim için çok belirleyici oldu bu. İspanya’da bile bir sahafa gidince İngilizce kitap bulabiliyorsunuz, oysa Türkçe kitap bulma ihtimaliniz imkânsız denecek kadar az.
Geçenlerde bununla ilgili de bir tartışma yaşandı biliyorsunuz, Orhan Pamuk okulda aldığı eğitimin edebi birikimine hiçbir katkısı olmadığını söyledi.
Aslına bakarsanız öğretmen figürü çok önem kazanıyor bu konuda. Benim çok sevdiğim Robert Jesky adında bir öğretmenim vardı. Beni ‘ben’ kılan kişilerdendi o. Sanat Tarihi türevi bir ders veriyordu, bir tabloyu anlatmaya başlar onu bir filme, oradan da bir yazara bağlardı. Serbest düşünmeyi öğretti bize aslında. Boğaziçi’nde de bir hocam vardır, Edebiyat Bölüm Başkanı Cevza Sevgen, onunla hep klasiklerden bahsederiz; Rönesans Dönemi’nde yazılmış bir eserin de aynı derecede sürreel, aynı derece metafizik barındırdığından söz ederiz.
Şu an bulunduğumuz sahafa ilk ne zaman geldiğinizi hatırlıyor musunuz?
Kadıköy’de bir sinema vardı, şimdi unuttum adını, Süreyya’yı geçtikten sonra yeraltında, bir sahaf pasajı vardı orada. Yedi sekiz sahaf dükkânından biri de Lütfi’ye (Bayer) aitti. İstanbul’a ilk geldiğim günden beri tanıyorum Lütfi’yi. Bu dükkâna ise yedi ya da sekiz yıl önce taşındı. Gurme bir adamdır. Geçen geldiğimde de barbunya pilaki yapmıştı, hemen tattırdı bana da. Bugün de gördünüz gibi Amman’dan gelen kahveyi denetti.
İnternetten kitap alıyor musunuz ya da iPad, Kindle ve Nook gibi cihazları kullanıyor musunuz?
Ekrandan okumayı sevmiyorum, daha doğrusu ekrana bakmayı sevmiyorum, hatta uzun bir şey okuyacaksam basıyor öyle okuyorum. Sadece bir kere doktora tezim için bazı kitaplar arıyordum ve hızlı bir şekilde sipariş etmem gerekiyordu. Çok kısa bir süre sonra da kapımın önünde içi kitaplarla dolu bir kutu bulmak çok güzeldi ama açıkçası o noktada bir canavar de gördüm özümde ve korktum ondan. (Gülüyor) Her şeyi almak istedim ve kontrol edilemez bir hale girmesinden çekindim. Spesifik bir konu üzerine yazılmış kitaplar aradığımda artık üniversite kütüphanelerine gidiyorum.
Hangi kütüphaneler bunlar?
Boğaziçi ve Bilkent üniversitelerinin kütüphanelerine gidiyorum. Bir de ben sahafı kurtarılmış bölge olarak görüyorum. Nesli tükenen insanlar sahaflar. Bir belgesel yapmak istiyorum aslında, Londra’daki, Amsterdam’daki, New York ve İstanbul’daki sahaflarla bir araya gelip.
Başucu kitabınız var mı?
Sözlükleri, etimolojiyi seviyorum. Doğruya doğru kaç yıldır başucumda Proust’un Kayıp Zamanın Peşinde isimli altı ciltlik serisi duruyor ama bu sürekli okuduğum anlamına gelmesin, bitiremiyorum ve bana uzun bir şiir gibi geldiğinden zaman zaman durup özümsemeye çalışıyorum. Hep orada durmaları da hoşuma gidiyor.
Kitap okuma tarzınız nasıldır?
Bir kitabı bitirip diğerine başlamam. Hep altı, yedi kitap beraber gider; şiir, felsefe roman. Dolayısıyla hepsi aynı anda bitmez. Babam haftada iki, bazen üç kitap okurdu. Ben belki bir ayda ondan daha fazla kitap okumuş oluyorum ama hepsi aynı anda bitmiyor tabii.
Kitapçıların ömrünü uzatmak için neler yapabiliriz sizce?
Ben çok radikal bir şeylerin yapılması gerektiğini düşünüyorum ama böyle bir dönemde böyle şeylerin de çok zor olduğunu görebiliyorum. Sokaklara dökülüyoruz, kendimizi yalnız hissetmiyoruz, benim gibi insanlar da varmış hissini yaşıyoruz fakat ne yazık ki şu anda inanılmaz kapitalist, Varyemez Amca gibi, her şeyi paraya çevirmek isteyen, Dubai tarzı bir dünya tasvir ediyor ve yaratıyorlar da başımızdakiler. Geçmişiyle övünen, Osmanlı’lığını ön plana çıkaran, El Sultan gibi davranan bir kafanın aslında tam tersine, eski zanaatları ön plana çıkarması gerekiyor. Bir taraftan semazenleri oynatıp, ebru sanatının altını çizerken ancak eski kitapların içinde bu sanatın gerçek yorumlarını bulabiliyor olmak ironik. Her yıl değişen bir maarif sisteminin kobayları olan çocuklara kitapları nasıl sevdirebilirsiniz ki? Biz belki bin kişi bir pastaneyi, bir sinema salonunu ayakta tutabilmek için sokaklara çıkıyoruz ama her yeri AVM’lerle doldurduktan sonra onlar kalsa ne fark edecek, şehir bir bütündür, sürekliliktir. Bunu anlamamız gerekir önce.
Yeniden çocuk olsaydınız neler okuyarak ilerlemek isterdiniz?
Kardeşimin bir yaşında kızı var; Leyla… Bir karar aldık aramızda, haftada bir gün onunla bir araya gelerek kitap okuyacağız. Bence masallar çok önemli, masal ve mitolojik öyküler okuyacağım ona. Pakistan’da yaşarken annemlerin aldığı sallanan iskemlemin üzerinde oturur, sütlü çayımı içer ve kendimi Baker Street’te yaşayan Sherlock Holmes gibi hissederdim. Çocukluk böyle bir şey ve kitaplar o hayal dünyasına çok güzel bir geçiş sunuyor. Tabii günümüzün hızlı temposunda okumaya zaman ayırmak bile bir lüks ama o lüksü sürekli kılmak gerek.
BANU GÜVEN / GAZETECİ
Banu Güven’le bu konuyu ele almamızın nedeni olan Robinson Crusoe 389’da buluştuk bir akşamüzeri. Mağaza yetkilileriyle son durumu konuflarak röportaja o başladı aslına bakarsanız, şaşırmadık, gazeteci kimliği mesleğini yapması için nedense sağlanamayan platformlara inat olduğu yerde duruyor ne de olsa. Robinson Crusoe üç ortaklı bir kitapçı, 19 yıllık mekânlarındaki mal sahipleri son yedi yılda üç katına çıkarmış kiralarını. şu anda istenen bedel ise mahkeme tarafından onaylanırsa yerlerini değiştirmek zorunda kalacaklar. Pes etmeyi düşünmüyorlar, ama İstiklal Caddesi 389 numaradaki dükkânIn varlıklarında çok önemli bir rol oynadığının da bilincindeler tabii. İşte bu nedenle bir ROBKART edinmek burayı sevenlerin, İstanbul’un sayıss gittikçe azalan ve kentin dokusuna işlemiş benzer diğer mekânlar gibi Crusoe’culara destek olmak için yapabilecekleri en doğru yatırım.
Kitaplar nasıl girdi hayatınıza, sizin için kitapların önemini anlamak istiyorum öncelikle…
Hayata gözümü açtığım andan itibaren, yaşadığım alanların içinde hep kitaplar vardı. Kütüphane bizim salonumuzda, yani hayatımızın merkezinde konumlanıyordu. Büyüktü, küçükken bana daha da büyük gelirdi.
İlk kitaplarınızı hatırlıyor musunuz?
Çocukluğumda şanslı bir gelişme olmuştu. Güzel baskılarla toplu seriler piyasaya sürülüyordu; Edgar Allen Poe’lar, Hemingway’ler, sonra sekizinci yaş doğum günümde annem bana bir Polyanna kitabı hediye etmişti. Macera kitaplarını çok severdim, daha ileri yaşlarda İnce Memed’i okuyunca çok şaşırmıştım: ‘Nasıl bu kadar iyi betimlenebilir bir insanın nasıl ve nerede yürüdüğü’ diye düşünmüştüm. Nelson Mandela’nın hayatı rüyama girmişti hatta. Bunlar ilk anılarım…
Robinson Crusoe 389 ile nasıl tanıştınız?
Açılır açılmaz! Robinson’da evde gördüğüm kütüphane düzenine yakın bir anlayış görmüştüm burada. AVM’lerin içinde okuyucuyu rahat ettirmek için ne yaparlarsa yapsınlar, ben burada daha iyi hissediyorum kendimi.
Bugün buraya aklınızda bir listeyle geldiniz örneğin, hep böyle mi olur yoksa öylesine girip kendinizi bırakır mısınız?
Bir kere ben bir derginin eski ya da bulamadığım sayılarını buraya sorarım hep. Ne var ne yok diye baktığım ve elim asla boş çıkmadığım bir yerdir burası. E-kitap da okumaya başladım sayelerinde.
Tam da bunu soracaktım, nasıl yeni teknolojilerle aranız?
Kindle’a karşı son derece ön yargılıydım çünkü benim için müzikte olduğu gibi kitapta da elimde tutma isteği, dokunmak hissetmek isteği var. Ancak hemen elde etmeniz gereken yabancı bir kaynak arayışındaysanız, Kindle oldukça pratik. İçinde hâlâ asla istediğim düzeni sağlayamadığım bir kitaplığım var benim, bu konuda çok büyük bir yardımı oluyor bahsettiğiniz teknolojilerin.
Kütüphanenizdeki fazla kitapları ne yapıyorsunuz peki?
Arkadaşlarıma ya da sahaflara veriyorum. Bundan birkaç yıl önce de köylere göndermiştim uygun olan birçok kitabımı. Sonuçta her kitabı da gönderemezsiniz.
Kitap atamamak gibi bir durumunuz var sizin de?
Evet; ne yazık ki. mp3 ya da e-kitaplara geçişin sonuçlarından tabii. Bugünler hiç bitmesin istiyorum ben, elimde tutabileceğim kitap, kartonetine bakabileceğim CD ve plak istiyorum hayatımda…
Su kendi yolunu buluyor diye düşünüyorum ben, dergiler için de aynı sorular soruluyor ama iyi şeyler aradan sıyrılacak ve insanlar alışkanlıklarını sürdürebilecekler gibi geliyor. İnternetten alışveriş yapıyor musunuz peki?
Kindle yüzünden özellikle son günlerde epey alışveriş yaptım. Hatta Kindle’ımın bir gece lambası bile var. (Gülüyor)
Gezi eylemlerinin; ‘Robinson kapanıyor, hemen bir şeyler yapmalıyız’ haberine yansıması kuşkusuz çok yoğun hissedildi, özellikle Twitter’da hızlı bir manevrayla haber aniden dramatik bir hale büründü sanki… Siz de böyle hissettiniz mi?
İstiklal Caddesi’nde yaratılmaya çalışılan rantın doğurduğu bir sonuç bu. Hep birlikte gözlemliyoruz. Yedi yıl içerisinde bir yerin kirası nasıl üç kat artar anlamakta güçlük çekiyorum. Buranın temsil ettiği değere sahip çıkmak gerekiyor her şeyden önce. Sadece burası da değil her yerde, çok acımasız bir şekilde yapılıyor bu. Gezi’de kentlinin kentine sahip çıkma durumu vardı, adaletsizliğe, şiddete karşı durmak durumu vardı. Emek’te de vardı aynı irade ama gazlandı tabii yine. İstanbul’da rantın şişirildiği yerlerde Robinson gibi mekânların var olabilmesi çok zor.
ARET VARTANYAN / YAZAR
Aret Vartanyan’la Beyoğlu’nun en sıcak, samimi kitapçılarından biri olan Pandora’da buluştuk. Beyoğlu’nda geçen çocukluğunun kitap okuma alışkanlığı üzerinde önemli bir rol oynadığı Vartanyan, kendini ‘yazar’ olarak tanımlamayı da sevmiyor; “Kendini yazarak ifade eden biriyim ben” diyor.
Butik kitapçıların gün geçtikçe azalması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bizim çocukluğumuzda zincir kitapçılar yoktu, kitap kokusu vardı, benim daha doğmamış çocuğum kitap değil e-kitap okuyacak muhtemelen. Artık insanlar AVM geziyorlar, en büyük eğlencelerinden biri de bu oldu ama aksi gibi yayınevleri de daha çok okura ulaşmak istiyorlar, insanlar marketten alışveriş yaparken bile kitaba ulaşabiliyorlar artık. Benim çocuğum benim duvardaki kitaplığıma baktığında; ‘Bunlar ne baba diyecek?’ biliyorum.
O kadar kötü mü durum gerçekten?
Evet şu an Amazon.com’da e-kitap satışları gerçek kitabı geçti, yüzde 70’e 30 oranında.
Siz okuyor musunuz e-kitap?
Çok sevmiyorum, gözlerimi yoruyor. Sıkılıyorum, yaşlanıyorum diye belki de, bilmiyorum. Yeni nesil farklı tabii, onlar iPad’lerin, iPhone’ların içine doğdular, otomatik olarak parmakları öyle hareket ediyor ama gazetede dijitale geçtim örneğin, günlük gazeteleri telefonuma indiriyor, öyle okuyorum.
Bizim neslimiz birçok alanda hızlı değişimlere tanık oldu…
Şimdi başka bir risk var, ben bunu genç öğrencilerimde de görmeye başladım; 140 karakterle yaşıyorlar, uzun uzun cümlelere dayanamıyorlar. Kitabın dijitalleşmesi bir sorun belki ama kitap okuma, hatta okuyamama tarzı asıl sorun bence.
Kitaplarla ilişkinizi başlatan özel biri var mı hayatınızda?
Kitap alacak param olmadığından yazmaya başladım, yazdıklarımdan kazandığım parayla da kitap alıyordum. Aslıhan Çarşısı’nda sahaf Kemal Ağabey vardı, veresiye yapardı. İşte hayatımdaki dönüm noktası da o zamandır; Nietzsche okumamla başladı her şey, handikaplarım da var tabii, ben sokakta hiç misket oynamadım. Bir gün çocuğumla oynayacağım herhalde.
Çocuk mu var yolda, çok kesin bir dille bahsettiğiniz için soruyorum bunu.
(Gülüyor) Hayır üç yıl sonra olacak.
O kadar net yani?
Evet eşim şu an yurt dışında yaşadığı için beklemek zorundayız. Eğitim sistemine son dönemde giydirmeye başladım ben amiyane tabirle. Ezbere dayalı, çocuğa doğru düşünmeyi öğretmeyen bir sistem. Diplomalar, doktoralar, güzel üniversite isimleri, bunlar hep kâğıt üzerinde.
Peki, üç yıl sonra doğacak çocuğunuza neler okuyacaksınız?
Küçük Prens, Şeker Portakalı. Bir de şimdi bunlar sakıncalı kitaplar ya. (Gülüyor)
Çok değerli baskılar var elimizde artık…
Çocukların düşünen insanlar olmalarını istemeyenler için, hazır kültürün içine sokup, çocukları bir tüketim aracına dönüştürmek onları robot olarak yaşatmak için çok akıllıca tabii. İkonlar yaratıp, baktığınızda Marilyn Monroe da bir ikondu, azala azala şimdi Justin Bieber ikon. Değerlerin, başarı kavramının nasıl törpülendiğini görüyorsunuz.
Dönüp tekrar okuduğunuz kitaplar hangileri, neden?
Nietzsche Ağladığında bunlardan biridir. Hermann Hesse keza, acı olan bir şey var, 75 yıl yaşasam, sadece kitap okusam, Pandora’daki kitaplar bitmeyecek yine de. O yüzden de tekrarlamaktan kaçmalı ve iyi okumalısın. İşin en acıklı yanı da artık daha az okuyorum.
Peki ya korsan?
Tatil beldelerinde insanlar korsan kitap satın aldıklarının farkında bile değiller. Daha da kötüsünü söyleyeyim, bazı yayınevleri korsana izin veriyor çünkü mevcut düzende o kadar az kâr kalıyor ki ellerine, merdiven altı yayıncılık evet azalıyor ama ne yazık ki halen mevcut.
Okumak için zamanınız oluyor mu hep?
‘Kaliteli zaman’ dediğimiz kavram burada devreye giriyor. İlişkilerde bireylerin kendilerine ait zamanları olması gerekiyor.
Peki, ya kırıcı olur muyum endişesi?
Evliliklerdeki en büyük sorun bu zaten, karşındakinin sevdiği insan olmaya çalışmak. Zaman kazanmaya geri dönersek, sesli kitaplar özellikle trafikte çok yararlı. Gerçekten Yaşıyor Musun’un benim okuduğum sesli versiyonu çıkıyor şimdi.
MELİS ALPHAN / KÖŞE YAZARI
Hürriyet Gazetesi’nin ve Twitter’ın cesur seslerinden Melis Alphan’la Beşiktaş’taki KabalcıKitabevi’nde buluştuk. Kitapların durduğu kattaki sıcak havaya rağmen içerisi kalabalık sayılırdı. Klimalarıçalıştırmıyor olmalarıkitaplar için nelere katlanabileceğimizi görmek için miydi diye düşündük bir an ama sonra alıştık.
Size kitap okuma alışkanlığını aşlayan kimdi; aileniz, öğretmeniniz?
İlkokuldayken dedem haftada birkaç kez bize gelir, her geldiğinde de bana yeni bir kitap verirdi. Okumayı bana ilk sevdiren de kendisidir. Sonrasında ortaokulda hem İngilizce hem de Türkçe edebiyat dersleri okuma serüvenimde önemli bir yere sahip oldu. Gerçi İngilizce edebiyat dersinde çalıştığımız yazarlar ve okumalar seçkisinin o yaş için epey iç karartıcı olduğunu düşünmüyor da değilim. Sylvia Plath ve Virginia Woolf örneğin ya da Shakespeare. İzmir Amerikan Koleji’ne gittim. Sanırım okuldaki nadir anti-Amerikan’cılardan biriydim. Bu da beni kendi arayışlarıma yönlendirdi. Ortaokulda Rus klasiklerini bitirdim. Kahramanım Gorki’ydi. Sonra 20’lerimdeyken Tolstoy ve Dostoyevski’nin romanlarını yeniden okudum ve iyi ki de okumuşum. Ergenliğimde okuduklarımın ne kadarını gerçekten anladığımla ilgili şüpheliyim çünkü. Ortaokulda edebiyat öğretmenim Sevil Hanım’ın beni yazmaya yönlendirmesiyle okumaya daha da sarıldım. Zira daha çok okudukça daha çok yazası, daha çok yazdıkça daha çok okuyası geliyor insanın.
Yeni başlayanlara ilk okuyacaklarıkitap olarak neleri önerirsiniz?
Romain Gary’nın Onca Yoksulluk Varken’i, ardından Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı.
Favori kitapçınızınasıl, ne zaman keşfettiğinizi hatırlıyor musunuz?
Liseyi bitirene dek İzmir’deydim. Ancak İstanbul’a gelir gider ve ilk iş olarak Beyoğlu’ndaki kitapçılara uğrar, İstanbul’la ilgili çıkan tüm kitapları toplardım. Favori kitapçım Robinson Crusoe’yu da o dönem keşfettim.
Kitapçıların kapanmasında ‘online’ aktivitenin çoğalması etkili mi sizce?
Kesinlikle… Dünyada dijital devrim yaşandı ve artık hayatlarımız, eylemlerimiz, ilişkilerimiz büyük ölçüde dijital ortama taşındı. Kitapçılar sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada kepenk indiriyor.
İçinde zaman geçirmekten hoşlandığımız ve okuma zevkimizi kabartan bu mekânların varlıklarını sürdürebilmeleri için neler yapılabilir?
Okurların büyük ölçüde desteği şart. Bunun dışında, geçtiğimiz günlerde Bianet’te Nilay Vardar’ın bir haberi vardı. Haberde Belediye’nin Beyoğlu’nda kitapçıları yaşatabilmek için kiraları belirlemesi, gerekirse farkı cebinden vermesi öneriliyordu. Bence mantıklı bir çözüm bu çünkü son yıllarda kiralar hızla yükseldi ve kitapçıların bunu ödemesi içinde bulunduğumuz koşullarda mümkün değil. Kitapçılarımızı da kültürel mirasımız olarak görürsek, neden olmasın?
Kitapçıya ne sıklıkta gidersiniz, bu süreci ne belirler, kitaplarınızı Kindle, Nook ve iPad gibi dijital cihazlardan da okumayısürdürebiliyor musunuz?
Almak istediğim bir kitap olduğunda gidiyorum ama bir kitapçının önünden geçerken girmeden de yapamam. Bazen sadece dükkânın kokusunu soluyup çıkıyorum. Kindle’ım var, onda daha çok İngilizce kitapları okuyorum.
Popülarite bir kitabın değerini azaltıyor mu sizce yoksa bu bir önyargımı sadece?
Bir önyargı tabii ki ama ne yalan söyleyeyim, bende de çok satan veya çok reklamı yapılan kitaplara karşı bir antipati oluşur hep. O kitapları ancak o dalga geçip gittikten sonra okuyabiliyorum.
Kitapçılarda kitap dışında objelerin de satılmasına ne diyorsunuz?
Defter vs gibi şeyler satılmasının sakıncası yok bence ama yelpaze genişlediğinde o artık kendine has bir kitapçı olmaktan çıkıyor. Fakat karşı değilim, onlar da olsun, insanlar başka bir şey almak için de dükkâna girsinler ki bu şekilde kitaplara yakın olsunlar, belki bir kitap almalarına vesile olur.
Kitapları dönüp tekrar okur musunuz? Okunacak bunca şey varken birini yeniden okumaya zaman ayırmak doğru mu sizce?
Okurum… Hem de seve seve okurum. İnsan değişiyor, zaman içinde aynı kitabı okuduğu her sefer ondan aldıkları da değişiyor. Sanki her seferinde yeni bir şey keşfediyorsunuz.
Edebiyatçı, şair gibi kişiler sosyal konularda sorumluluk almak zorunda mı sizce? Bu ahlaki bir sorumluluk olarak değerlendirilmeli mi?
Edebiyatçılar ve şairler toplumun aydınlarıdır. Onu daha ileriye götürecek, insanların zihnini açacak insanlardır. Görmekten kaçtıklarımızı bize gösteren vicdanlardır. Bu nedenle her konuda değil belki ama kendilerine seçtikleri konularda sorumluluk beklemek hakkımız bence. Ahlaki değil ama vicdani sorumluluktan bahsediyorum. Haklıyım da!
ENVER AYSEVER / YAZAR & TELEVİZYON PROGRAMCISI
Enver Aysever’le; Moda’da yer alan Ulaş Meydan’a ait Efruz Bey isimli sahafta buluştuk. Güne; vapurla gittiğim Moda’da, hem de kitapların sıcak, doygun, hoş sayfalarından taşan sarı kokularla başlamak mükafatların en büyüğüydü, Aysever’le sohbete başlayana dek…
Kitap sevginizin kaynağı nedir?
Kitabı sadece okumaya indirgerseniz, varlığına e-kitap olarak da devam edebilir. Oysa kitap sadece okumaya indirgenecek bir nesne değil; bir çevre düzeni, bir doku, koku, bir geleneği diğerine aktarmak aynı zamanda. Bazen insan kitap almasa da sadece kitapçının içinde dolaşmak için, o havayı koklamak için de kitapçıya gider.
Kitap okumak için geliştirilen dijital platformlarla ilgili nasıl hissediyorsunuz?
Örneğin biri Dostoyevski’nin koca ciltlerini iPad’ine indiriyor, uçakta iPad’inde okuyor fakat o insan o kitapların aynı zamanda evine de kitap olarak almış çünkü o nesneyi önemsiyor. Bu güzel… Dinler bile kitabın kutsallığına vurgu yapar; kitaba kutsallık vurgusu tartışmalı bir anlam içeriyor ama kitabın hayatımızdaki anlamı ve 2000 yıllık tarihini de yadsıyamayız.
Robinson ve Gezi ruhunun ortak bir paydaya sahip olduğunu düşünüyor musunuz?
Robinson; ‘fast food’ kitap satmayan, kitapçı kimliğine saygı duyan, kitap sevgisini biçimsel olarak da koruyan bir kitapçı. Ne Robinson yok oldu diye kitap hayatımızdan kalkar, ne de dünyayı Robinson’u yaşatarak kurtarabiliriz. Biz kendi hatıralarımıza, kendi kitapla kurduğumuz ilişkiye, o türden bir kitapçı imgesine sahip çıkmak için bu telaşı, bu heyecanı gösteriyoruz.
Bazı şeyler de yerinde dursun, değil mi?
Emek, İnci, Gezi Parkı… Özellikle parkı savunan insanların birçoğu oradan bir ya da iki kere geçmiştir ama sahip çıktılar. Çünkü mesele ‘sadece park’ değildi zaten.
Peki, ne yapmalı?
Sonuçta Türkiye’de edebiyat sevgisi yok denecek kadar az ve her şey çocuk yaşta başlıyor. Bir çocuğa kitap okumayı sevdirmek için çağdaş edebiyattan geçmişe gitmeniz gerekir, oysa bizde tam tersi yapılıyor. Müfredatı değiştirmek ya da doğru eğitimcilere inisiyatif bırakmak da çare olabilir. Öğretmenlere de bu alan bırakılmıyor çünkü. Divan edebiyatı da sevdirilebilir ama bu ancak kitapları sevdirdikten sonra gelebilir.
Size kitap sevgisini aşılayan ne oldu? İlk kıvılcım ne zaman çıktı?
Neredeyse orta sona kadar tek satır kitap okumamıştım. Bütünlemeye kalmıştım, ailem özel ders aldırmaya karar verdi, öyle böyle bir bütünleme de değil hani beş altı dersten birden! (Gülüyor) Bir tanıdık geldi ders vermeye, yaşı benden büyük; ‘hocam, ustam’ dediğim, edebiyat birikimi ve duruşuyla… Feridun Benden ile işte böyle tanıştım. Hayatımda bir kırılma noktasıdır bu. Edebiyat sevgisini öyle doğal bir şekilde aşıladı ki, son iki kitabımı da kendisine ithaf ettim…
Neyle başladınız hatırlıyor musunuz okumalara?
Aziz Nesin’leri okuduğumu hatırlıyorum. Salah Birsel, Melih Cevdet Anday da vardı. Mario Levi ile röportaj yaparken çok güzel bir şey söyledi bana; “Yazarlığım kadar okurluğumu da önemserim.” Katılıyorum bu düşünceye. Ne okuduğunuz ne yazdığınızı etkileyebileceği gibi, sizin okurluk serüveniniz sizin okurunuz açısından da başka bir ilişki geliştiriyor.
Sahafta genellikle neler ararsınız?
Goethe’nin bir kahramanı vardır, hayatı boyunca sadece bir kitap okur. ‘Neden böyle yaptın?’ diye sorulunca da; ‘Bundan o kadar lezzet aldım ki başka bir şey okumak istemedim, bu bana yetti’ der. (Gülüyor) Bazen bir kitapla bağınız çok güçlü olabilir ve bu size ömrünüz boyunca yetebilir, hoş bir imge tabii. Bir kitabın her baskısını toplayayım diye bir takıntım olmadı hiç. Benimki bir şeyleri arayıp bulmakla gelişen bir ilişki sahaflarla.
Bir yazarın tüm kitaplarını okumak mı gerekir onu tam anlamıyla tanımak ve anlamak için?
İlk okumaya başlayan kimsenin bilgiye açlığı vardır, haz duymak ve estetik bir lezzetten öte bir an önce okumak ister. Bu zamanla durulur ve bir yazarın her şeyini öğrenme tutkusu başlar. Bu,okurluk yaşınızla ilgili bir durum, biyolojik yaşınızla değil.
Kızınızın kitaplarla ilişkisi nasıl?
Kızım kitabın nesne olarak değerli olduğunu biliyor çünkü evin her tarafı kitap. Zaten; Nisan’a Mektuplar adında birlikte yazdığımız, daha doğrusu benim ona yazıp onun da resimlediği bir kitabımız var. İmza gününe dahi geldi ve imzaladı kitapları. (Gülüyor)