Kadınlar için Türkiye’de son 35 senede neler değişti, hangi alanlarda ileri, nerelerde geriye gittik? Konu üzerine kuş bakışı bir seyir haline geçtik ve gördük ki, yolumuz uzun ama bir o kadar açık.
Hayat geniş, değişimler hızlı, kadınların toplumda hak ettikleri yere gelmeleri hadisesi her zaman biraz çetrefilli olunca konu haliyle geniş bir hal aldı. Neticede, 35 sene içinde 90’ları, 2000’leri ve 2010’ları yaşadık. Teknolojinin hayatlarımızın ortasına hızla dalmasının dahi başlı başına her şeyi değiştirdiği olağanüstü yıllardan geçtik, geçiyoruz. Yalnızca bu bile tüm oyunu değiştirirdi. İş hayatı, bilim, spor ve sanatın tüm dallarında kadınların üretkenliğinin arttığına mutlulukla şahit olurken; kadın hakları konusunda adalet anlamında pek ileride olmadığımızı yeniden üzülerek gördük. Ama dört yanımıza hakim olan eril dilin değiştiğini, ‘bayan, hatun, kız’ yerine dolu dolu ‘kadın’ kelimesinin kullanılmasında bir sorun olmadığını, eskilerin deyimiyle ‘erkek Fatma’ların kıymetinin yavaş yavaş anlaşıldığını, ‘kız başına’ söyleminin etkisini yitirmekte olduğunu da sevinerek gördük.
Eril dil değişecek
Önce biraz olumsuz taraftan başlayalım: Türkiye, 146 ülkenin değerlendirmeye alındığı Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na (2022) göre, iş hayatında cinsiyet eşitsizliği konusunda 124. sırada. Yani durum baya vahim. İyi haber şu ki; mesela, 2016’da liderlik pozisyonlarında bulunan kadınların oranı yüzde 33,3 iken 2022’de yüzde 36,9’a yükselmiş. Ama bu maalesef yeterli değil. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı Kasım 2022 İşgücü İstatistikleri’ne göre istihdam oranı erkeklerde yüzde 65,7 iken kadınlarda sadece yüzde 31,7. 2023 raporuna gelince de, oran erkeklerde yüzde 72,1 kadınlarda ise yüzde 36,4 olarak karşımıza çıkıyor. Yine bu verilere göre, yöneticilik pozisyonlarındaki kadınların oranları 2020 yılı itibariyle hizmet sektöründe yüzde 24,6,
sanayide ise yüzde 12,2 olarak gerçekleşmiş. Amacımız sizi matematikle boğmak değil ama bir tabloyu ortaya koyması açısından da veriler gibisi yok. Maalesef kadınların iş hayatına katılımı hala hak ettikleri seviyede değil. Çünkü bizimkisi gibi ataerkil toplumlarda kadın yöneticilerin önünde hala engel ve önyargılar var. ‘Yönetici’ dendiğinde çoğu kişinin aklına erkek bir figürün geldiğine eminim ama kanıtlayamam. Ama veriler kanıtlıyor. Demet Mutlu, Gözde Akpınar, Ece Aksel, Nilgün Keleş, Jaklin Güner, Hülya Gedik, Neşe Gök, Müge Arpacıoğlu gibi büyük ölçekli şirketlerin en tepe noktalarındaki kadın yöneticilerden yüzlerce daha olmalı, olabilmeli ki yukarıdan aşağıya inen o eril dil değişsin, sistem yavaşça ama kökten resetlenebilsin.
Şunu da eklemek gerek: Değişim dediğimiz olgu, milim milim gerçekleşen bir şey. Evrimi düşünün, aslında hiç bitmedi ki. Şu anda dahi öyle yavaşça gerçekleşiyor ki; anlamıyoruz bile. Kadınların iş hayatındaki konumu, ‘cam tavanlar’ diye tabir edilen, görülmeyen ama sonuna kadar hissedilen eril engeller de böyle adım adım çözülecek. Çünkü aksi, eşyanın tabiatına ters. Mesela, medyada kadınlar, dergi sektörü haricinde, yönetici pozisyonlarından ziyade editörlük, redaktörlük, muhabirlik veya sunuculuk alanlarında konumlana gelmiş genelde. Oysa, haber merkezi müdürleri, büyük kanal ve gazetelerin genel yayın yönetmenleri hala çok ezici oranda erkek. Kadınların, ortalama kademelerde değil; medyada yönetici konumundaki oranlarının yükseldiğine de şahit olduğumuz günler de gelecek. Zira bu kritik noktalardaki kararlı kadınların sayısı yükselmedikçe, sisteme köklü değişiklikleri yerleştirmek çok zor ama mümkün.
Güzel haberlerimiz de var
Örneğin, Sanofi Türkiye ile Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) iş birliğinde geleceğin kadın liderlerini yetiştirmek amacıyla başlatılan Geleceğin Kadın Liderleri programı 13. kez mezun verdi. Kadın istihdamına katkı sağlamak ve kendi aralarındaki iletişim ağını güçlendirmek adına 2010 yılında başlatılan program, bugüne dek 1.750 mezun vermiş. BuM, harika haberlerden biri.
edyaya dönersek; ana haber spikerliği alanında ise 35 senedir kadınların gücü devam ediyor gibi görünüyor. Sonradan adı Star TV olan Türkiye’nin ilk özel televizyonu Magic Box kanalı 1990’da yayın hayatına başladığında- Türkiye’ye özel kanallar yeni yeni geliyordu o yıllar- Rana Elik,
o dönemin ilk kadın haber spikerlerinden biriydi. Gülgün Feyman, Jülide Ateş, Defne Samyeli gibi Türkçe’yi muhteşem kullanan, güzel ve zeki kadınlar ‘anchorwoman’ olarak yıllarca harika örnekler teşkil ettiler. Bugün de haber spikerliği alanında kadınların egemenliği olduğunu söylemek mümkün. Bu, 35 sene içinde kaybetmediğimiz koltuklardan biri. Yenileri de zamanla eklenecek.
Türk modasında kadının adı
90’lı yıllarda siyahların kadını olarak bilinen Neslihan Yargıcı’nın baştan aşağı beyazlara sarıp sarmaladığı Seden Gürel’in Bum Bum Bum adlı parçasının klibindeki imajı zamanının ne kadar önündeyse; Türk modası da aynı ivmeyle o günden beri hep ileriye gitti. 1992’de Ayşe ve Ece Ege kardeşlerin Paris’le eş zamanlı olarak İstanbul’da kurdukları haute couture markası Dice Kayek’in, geçen sene aramızdan ayrılan değerli tasarımcı Bahar Korçan’ın, Zeynep Tunuslu’nun, Arzu Kaprol’un, Nedret Taciroğlu’nun, Dilek Hanif’in açtığı yolda 2000’lerin başında Gamze Saraçoğlu, Tuvana Büyükçınar, Özlem Süer, Hatice Gökçe gibi özgün ve çok değerli isimler yürümeye başladı. 2009’da ilk kez yapılan İstanbul Moda Haftası ile sektöre gelen muazzam enerjiyi, dünyanın en köklü moda okullarından Esmod’un Vakko Esmod adı altında açılması takip etti. İstanbul Moda Akademisi, Laselle İstanbul, IFA Paris gibi kurumlar derken son 35 sene içinde Türkiye’de gençlerin moda alanında eğitim alması kolaylaştı, daha doğal karşılanır oldu. Bir sonraki nesilde İtalya’da eğitim alan Zeynep Tosun, New York’ta moda eğitimi alan Aslı Filinta; Serena Uziyel, en genç jenerasyonda ise Sudi Etuz markası, Londra merkezli Dilara Fındıkoğlu gibi marjinal olmaktan çekinmeyen yaratıcı Türk kadınlar gururumuz oldu. Bu yıl, Cumhuriyetimizin 100. yılında 31. Kez yapılan Koza Genç Moda Tasarımcıları Ödülü de hiç şüphesiz ki Türk modasının gelişimi için müthiş teşvik edici faktörlerden biri.
Altın rehber, ilk kadın başbakan ve süpermodeller
90’larda çocuk ya da genç olan bizim nesiller yumiyum, meybuz, patlayan şeker, leblebi tozu, altın para şeklinde çikolatalar yiyip sulugöz ve patbom sakızlarını çiğner; hoşlandığı kişinin telefon numarasını altın rehberden araştırıp sevdiğimiz şarkıcıların sesinden mesajlar dinlemek için 900’lü hatları ararken 1993’te Tansu Çiller, Türkiye’nin ilk başbakanı oldu. 1934’te aldığımız seçme ve seçilme hakkından sonra kadınların siyasetteki varlığı için bir diğer köşe taşı olarak bunu gösterebiliriz. Derken, 1997’de yıllardır süregelen Eurovision başarısızlığımızı, siyahlar içindeki mini elbisesi ile zarafet timsali Şebnem Paker’in üçüncülüğü ile kırarak Türk kadınının global görünürlüğü adına harika bir şey yaşadık.
Dünya o yıllarda süpermodellik mesleğinin tam tabirle ‘altın çağı’ndan geçiyordu. Cindy Crawford, Christy Turlington, Claudia Schiffer, Linda Evangelista, Naomi Campbell gibi kült isimler kadınlık ve güzellik algısını belirliyor; bu elbette bize de yansıyordu. Türkiye’nin klasik anlamdaki ilk süpermodelleri olan Merve İldeniz, Deniz Pulaş, Begüm Özbek, Esin Moralıoğlu, Özlem Kaymaz gibi modellik mesleğini disiplinle icra eden kadınlar hayatımıza girdi. Arzum Onan, Tülin Şahin, Sema Şimşek gibi zarif isimler, modelliğin saygıdeğer ve ciddi bir meslek olduğunun altını çizmeye devam etti. Bugün Öykü Baştaş, New York-İstanbul arası sürdürdüğü uluslararası kariyerinde Türk kadınını bu alanda en iyi temsil edenlerden biri.
Kadın haklarında nerelerden nerelere gelmişiz
İş hayatındaki kadın istihdamı ve yönetici pozisyonlarındaki kadın oranı başta olmak üzere ibrenin bizden yana döneceğine dair umut neden hep var ve o istenilen değişimin geleceğinden bu kadar eminiz, biliyor musunuz? Bu ülkede 1998 yılına kadar bekaret kontrolü gibi utanç verici bir uygulama söz konusuydu. Başka bir yüzyıldan söz etmiyoruz, düşünün, yalnızca 25 sene öncesine kadar devletin bunu kadınlar üzerinde uygulamaya hakkı vardı. Ortaokula yazılmaktan iş hayatına atılmaya kadar, kadınların her alanda karşı karşıya kalabildiği ‘iffet’ kisvesi altındaki bu korkunç uygulama, 1998’de mağdurun rızasının alınması başta olmak üzere pek çok şart ile sınırlandırıldı. Yine başka bir çağa aitmiş gibi gelse de; 1990 yılı sonuna kadar kadınların çalışabilmesi dahi kocalarının iznine bağlıydı. 2014’e kadar nüfus cüzdanlarımızın bile renkleri cinsiyetçiydi. Erkeklerinki mavi, bizimkisi pembeydi. Bugün düşününce bakın nerelerden nerelere geldik.
Tabii, bu haklar oturduğumuz yerden kazanılmadı. Kadınlar 90’lar boyunca sokaktaydılar. Feminizm, ülkenin ana gündemlerinden biriydi. Kadınlık üzerine dergi çıktı, Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok (1987) adlı eserinin rüzgarı 90’lar boyunca kadınlara güç verdi. Organize protestolar sayesinde kanunlarda yukarıda bahsettiklerimiz başta olmak üzere değişiklikler yapılabildi, aile içi erkek şiddetinin vehameti ortaya konabildi. Çankırı’da kocasından şiddet gören
bir kadının boşanma talebini reddeden hakimin, kararında, “Kadının sırtından sopası, karnından sıpası eksik olmamalı” demesi, aile içi şiddete karşı ka1mpayasının fitilini ateşledi.
995’te ilk kadın sığınma evini açan Mor Çatı başta olmak üzere kadın sığınaevlerinin varlığından söz edebiliyorsak, bunu o zamanlar ‘misafirhane’ diye tabir edilen, kadınların güvende olabileceği geçiçi ev fikrinin kabul ettirilebilmesine borçluyuz. KA.DER, KAMER ve Uçan Süpürge de bu yıllarda kurulmuştu. Türkiye’nin ilk kadın kütüphanesi olan ‘Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi’ 14 Nisan 1990’da açılırken; 90’lardaki bir diğer gelişme de akademide kadın çalışmaları bölümleri ve araştırma merkezlerinin kurulmasıydı. ODTÜ’de Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı’nın yanısıra Antep’ten Mersin’e 10 üniversitede kadın sorunları araştırma ve uygulama merkezleri hizmete girdi. Sonuç şu ki; son 35 senede Türkiye’de kadın hakları konusunda çok önemli temeller, yine kadınların büyük fedakarlıkları sayesinde atılabildi.
En büyük yaramız, açığımız, ayıbımız
Konumuz tabii ki kadın cinayetleri. Bu korkunç kıyıma son vermek isteyen bir grup kadın tarafından 2010 yılında kurulan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) verileri, son 10 senenin akıl almaz bilançosunu ortaya koyuyor. Platform verilerine göre, 2013 yılında 237, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’de 440, 2019’da 474 kadın erkekler tarafından öldürülmüş. Şüpheli ölüm vakalarını bu rakamların yanına ekleyemiyoruz bile. 2019’da 474 ölüm ile maalesef tarihinin en yüksek sayısına ulaşan kadın cinayetlerinde 2023’ün ilk dört ayındaki veri ise 165 kadının öldürüldüğü yönünde.
Namus temizleme gerekçesinin başı çektiği bu cinayet motivasyonlarında listenin devamında kadının boşanma talebi, aldatma-aldatılma şüphesi gibi erkek egosuna dair diğer nedenler var. Emine Bulut, Rabia Naz, Münevver Karabulut, Pınar Gültekin, Özgecan Aslan, Şule Çet ve maalesef yazarken gözlerimizi dolduran, toplumda infial yaratan bu kahredici kadın cinayetlerinin önünü kesebilecek en önemli şey ise elbette ‘yaptırım’. Yani yasa. Yani adalet. Yani ceza. Yani, mesela İstanbul Sözleşmesi. Avrupa Birliği ve 45 ülke tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme konusunda temel standartları ve devletlerin sorumluluğunu belirleyen bir insan hakları sözleşmesi olan, tam adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bildiğimiz adıyla ise İstanbul Sözleşmesi’ni 2011 yılında imzalamıştık. Bu, yasaların çok daha caydırıcı olmasını sağlayarak kadın cinayetlerini ciddi oranda önleyen bir koruma kalkanıydı. Maalesef 2021 yılı itibariyle sözleşmeden çekilme kararı aldık. Bunun nelere yol açtığını ve açacağını öngörmek zor değil. Cumhuriyetimiz, maalesef son 35 sene içinde kadınlarını bu anlamda koruyamadı. Üzerine en çok gitmemiz gereken konu hala ve kesinlikle bu. Bu moral bozucu konudan sonra şimdi biraz da edebiyata ve sözcüklerin gücüne bakalım.
Üretken ve gözükara kadın edebiyatçılarımıza teşekkürlerle
Türkiye’nin kadın edebiyatının en özgün ruhlarından Tomris Uyar, 90’lar boyunca ve 2003’e kadar Otuzların Kadını, İki Yaka İki Uç, Aramızdaki Şey, Gündökümü I-II gibi değerli eserler vermeye devam etti. İngiliz edebiyatının en kült eserlerini Türkçe’ye kazandırmasıyla bilinen filolog ve yazar Mina Urgan’ın Bir Dinazorun Anıları ve Bir Dinazorun Gezileri gibi tüm kadınlara esin kaynağı olması gereken dolu dolu yaşamına dair anektodları içeren kitapları 1998 ve 1999’da yayınlandı. Kitapları üzerinden genç kızlarla empati geliştirme konusundaki becerisiyle bilinen İpek Ongun’un Bir Genç Kızın Gizli Defteri adlı serisi, 13 kitaba kadar ulaştı.
Bu muhteşem serinin yanında Lütfen Beni Anla, Bu Hayat Sizin, Bir Pırıltıdır Yaşamak gibi kitaplarıyla şüphesiz son 35 senenin Türkiye’sinde pek çok genç kız ve kadının kalbine, ruhuna ve acılarına sevgiyle değmeyi başaran bir kalem olarak edebiyat tarihinimizde yer etti. Tıpkı aynı frekanstaki bir diğer ışıklı kadın olan Gülten Dayıoğlu ve bize kazandırdığı klasikler gibi. Kadınların edebiyattaki konumu hiç hız kesmeden güçlenmeye devam etti diyebiliriz. 90’lar ve 2000’li yıllarda Ayşe Kulin, Buket Uzuner, İnci Aral, Perihan Mağden, Leyla Erbil, Elif Şafak, Aslı Tohumcu, Mine Söğüt, Hatice Meryem, Melisa Kesmez, Aslı Erdoğan, Ayfer Tunç, Nermin Yıldırım gibi kalemler, ‘mutlaka okumanız gereken kitaplar’ listesine girecek eserler verdi ve vermeye devam ediyor. Son 35 senemiz için rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Türkiye özgün, bağımsız ve korkusuz kadın edebiyatçıların kendilerine nefes alanı bulduğu bir toprak.
Müzik, sinema ve modern sanatta kadınlar taşları yerinden oynattı
90’lar yalnızca Türkiye için değil; dünya müzik tarihi için de inanılmaz verimli, iz bırakan bir dönemdi ki; sadece bunun üzerine beş dergi çıkarsak az kalır. Bu benim biraz da zayıf karnım, o yüzden kendimi zor tutuyorum şu anda hızımı alamayıp 50 sayfa yazmamak için. Neredeyse tek bir boş parçanın olmadığı, 90’ların ve 2000’lerin en kötüsünün bile bugünün en iyisi ile bilek güreşi yapabileceği kalitede işlerdi hepsi. Yonca Evcimik, 90’larda Türkiye’ye pop müziğin sahnede dans ile ikonik şekilde icra edebileceğini göstererek tüm taşları yerinden oynattı. Hepsi ve Çıtır Kızlar gibi girl-band olguları hayatımıza girdi, 90’lar ve 2000’ler boyunca Sezen Aksu ve Ajda Pekkan kariyerlerinin en verimli dönemlerini yaşadı, Aysel Gürel ve Şehrazat şarkı sözleriyle aşkın müdafasını yaptı.
Sibel Bilgiç, Rengin, Sibel Alaş, Deniz Arcak, Zuhal Olcay, Jale, Hazal, Ajlan-Mine, Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener, Umay Umay, Seden Gürel, Bendeniz, Asya, Pınar Aylin, Ayşen, Candan Erçetin, Nazan Öncel, Oya-Bora’nın Oya’sı, Göksel, Melis Sökmen, Şebnem Paker, Aylin Aslım, Özlem Tekin, rock müziğin divası Şebnem Ferah… Hangi birini nasıl sayalım ki. Hepsi ayrı ayrı özgün, olağanüstü sesler, kişilikler ve sanatçılardı. Bugün de kadının adı müzikte gümbür gümbür çalmaya devam ediyor, ne mutlu ki! Müzikte kendine ait bir tarz, vokal ve üretkenlik ile imza atabilmek için, o sanatçıda bir çok faktörün bir araya gelebilmesi gerekiyor. O yüzden bazıları şöyle bir değip geçerken; bazıları daima bizle kalıyor. Mesela, bilhassa caz alanında değerli işler çıkaran Jehan Barbur, Elif Çağlar Muslu, Sibel Köse, Birsen Tezer, Jehan Barbur, Jülide Özçelik gibi vokaller; Gaye Su Akyol, Ekin Beril, Nova Norda, Kalben, Ceylan Ertem, Melike Şahin, Merve Taşdemir (Altın Gün), İpek Görgün, Tuğçe Şenoğul, Nene H. gibi saykedelikten elektroniğe, arabesk-rock’tan caza, uluslararası arenada kendilerine yer bulan, kendilerine has müziklerini icra etmek için her fedakarlığı yapan, müthiş yetenekli kadınlarımız var.
Sinemaya geldiğimizde 2000’ler ile sanat sineması kavramının kadın yönetmenler tarafından daha derinden ele alındığını görebiliyoruz. Pelin Esmer (Gözetleme Kulesi, 11’e 10 Kala, Something Useful gibi filmleri ile), Sundance, Berlin ve San Sebastian film festivallerinden ödüllerle dönen yönetmen Yeşim Ustaoğlu (Bulutları Beklerken, Araf, Güneşe Yolculuk, Pandora’nın Kutusu), pek çok ödülünyanında Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ına aday gösterilen Mustang’in yönetmeni Deniz Gamze Ergüven gibi kadın yönetmenlerimiz Türk sinema tarihine ‘mutlaka izlenmesi gereken filmler’ ekleyen kadınlarımızdan sadece üçü. Yine son dönemlerde yaşadığımız en büyük milli sevinçlerden biri olan Merve Dizdar’ın Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne adlı filmindeki performansı ile Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkesine getirmesinin gururu için ise kuMrabilecek cümlemiz bile yok. Modern sanatta feminist anlayışı benimseyip kendi çerçevelerince yansıtan Füsun Onur, Nur Koçak, Nil Yalter, Gülsün Karamustafa, Nancy Atakan, Şükran Moral, İnci Eviner, Ayşe Erkmen, Neşe Erdok, Özlem Şimşek gibi Türk kadınının sanatta ‘üretilen’ konumundan ‘üreten’e geçmesinde büyük katkıları olan, erkek egemen sanat dünyasında kadına yer açan resim, fotoğraf ve heykel alanında uluslararası işlerle bizi gururlandıran kadınlarımıza da, yine bu Cumhuriyet minnettardır.
Türk kadını çalışkandır, zekidir! Bilim alanında öne çıkan zehir zemberek kadınlarımız
Bilim de Türk kadınının esip gürlediği alanlardan biri. NASA Astrofizik Komitesi Başkanı olarak görev yapan astrofizikçi Feryal Özel, Sümerler hakkındaki en derin çalışmaları yürüten, dünya çapında ünlü ve bilirkişi olarak kabul gören Sümerolog ve Hitit dilleri uzmanı Muazzez İlmiye Çığ, dünyanın en zorlu üniversitelerinden MIT’de Media Lab’de araştırmacı olarak görev yapan ve Harvard Üniversitesi Genç Akademi üyeliği bulunan ilk Türk olan, bilhassa kanser alanında giyilebilir teknoloji konusunda çalışan ve MIT tarafından ‘tıpta çığır açan lider’ olarak tanımlanan Canan Dağdeviren, cüzzam üzerine yaptığı çalışmalar ve kız çocuklarının okuması için kurduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile Cumhuriyet tarihinin en değerli kadınlarından biri olan doktor Türkan Saylan, eşi Uğur Şahin ile birlikte kurdukları BionTech ile 2020’lerde yaşanan pandemide koronavirüs aşısını geliştiren Özlem Türeci, Antarktika’ya giden ilk Türk kadın bilim insanı olan ve araştırmaları Mars üzerine yapılan uzay çalışmalarına destek olan Burcu Özsoy Çiçek, Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’de Türk bilim insanlarının da çalışması için bir ekip yöneten fizikçi Engin Arık, Harvard’da aldığı doktora derecesinin ardından Microsoft Lisansüstü Araştırma Bursu’nu kazanıp; beyin-makine arayüz algoritmaları alanında Microsoft’ta çalışmaya devam eden son dönemin en başarılı Türk bilim kadınlarından Ece Kamar, hem edebiyat hem de CERN’de yaptığı araştırmalarla bilinen fizikçi Aslı Erdoğan gibi dünya bilim tarihine geçen işlerin altında ismi olan bu Türk kadınlarının Cumhuriyete olan katkıları öyle büyük, dünya için anlamları öyle kalıcı, insanlığa olan faydaları öyle kıymetli ki.
Sporda genç Türk kadınının inanılmaz başarılarını anımsayalım
Kendi adıma en gururlu olduğum alanlardan biri de; Türk kadınının çeşitli spor alanlarındaki uluslararası başarıları. Her ne kadar basında yer verilen ana öge futbol olagelmiş olsa da; neyse ki son yıllarda Türkiye’nin yalnızca bir futbol ülkesi olmadığı da anlaşılmaya başlandı. Filenin Sultanları gibi efsanevi bir kadın milli voleybol takımına sahip olmamızın gururu hepimizi umuda tekrar inandırmışken; genç Türk kadın sporcular seneler içinde neler neler başarmış, bazılarını anımsayalım:
- A Milli Kadın Voleybol Takımımız Filenin Sultanları, Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkemize harika bir hediye verdi. Adanmışlıkları, asaletleri ve cesaretleriyle kalbimizi taşıran kızlar, üst üste 22 maç kazanarak önceki senelerdeki nice başarılarına bu yıl Avrupa Şampiyonası’ndaki birinciliği ekleyip bir efsane mertebesine yükseldiler.
- İrade ve disiplinin sembollerinden biri olan milli sporcumuz Şahika Ercümen, 2016’da Antalya’da ‘Değişken Ağırlıklı Paletli’ alanında 110 metreye dalarak yeni bir dünya rekoru kırdı. Şahika, bu rekorla su altında en derine inen insan unvanını aldı. Bundan iki gün sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin 93. yılına ithafen ‘Değişken Ağırlıklı Paletsiz’ alanında 93 metre dalarak iki gün arayla ikinci bir rekora imza attı. Şahika, Cumhuriyetin 100. yılına ithafen bu yıl Hatay’da gerçekleştirdiği denemede, ‘paletsiz değişken ağırlık’ kategorisinde kendine ait olan 105 metrelik dünya rekorunu 106 metre ile tekrar kırdı. Gurur duyuyoruz! ✓ Milli judocumuz Hülya Şenyurt, 1992 Barselona Olimpiyatları’nda 48 kiloda aldığı üçüncülük derecesiyle olimpiyatlarda madalya kazanan ilk Türk kadın sporcu olmuştu.
- Olimpiyat oyunlarında ülkemizi jimnastik dalında temsil eden ilk kadın spom olan Göksu Üçtaş Şanlı, mesleğe verdiği aradan sonra 2020 Avrupa Artistik Cim Şampiyonası’nda gümüş madalyayı almıştı.
- Genç milli atletlerimizden 2001 doğumlu Ayşe Begüm Onbaşı, aerobik jimnastikte Avrupa ve Dünya şampiyonlarında altın madalya kazandı. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda 35 altın madalya dahil olmak üzere 60’tan fazla madalya kazanarak ‘madalya canavarı’ lakabını fazlasıyla hak ederek almış bir sporcu o.
- Doğuştan kalça çıkığı problemi olmasına rağmen spora olan tutkusundan vazgeçmeyen Nazmiye Muslu Muratlı, 2012 Paralimpik Yaz Olimpiyatları’nda 40 kg alanındaki başarısıyla altın madalya kazandı ve bu alandaki rekoru hala elinde tutuyor.
- Milli haltercimiz Nurcan Taylan, 2004 Atina Olimpiyatları’nda altın madalyaya layık görülmüştü. Milli tekvandocumuz Nur Tatar, 2012 Londra Olimpiyatları’nda gümüş, 2016 Rio Olimpiyatları’nda ise bronz madalyayı kapmıştı. 2016’da Letonya’nın başkenti Riga’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda altın madalyayı kazanan milli güreşçimiz Yasemin Adar, 2017’de Paris’te yapılan Dünya Şampiyonası’nda birinci gelerek bunu başaran ilk Türk kadın güreşçi olmuştu.
- İrem Yaman, iki kez dünya şampiyonluğuna ulaşan ilk Türk kadın tekvandocu olurken; Ağustos 2018’de Dublin’deki Avrupa Paralimpik Yüzme Şampiyonası’nda altın madalya kazanan Sümeyye Boyacı, Londra’daki Dünya Paralimpik Yüzme Şampiyonası’nda dünya ikincisi oldu.
- Basketbolda A Milli Kadın Takımımız, 2011’de FIBA Kadınlar Avrupa Şampiyonası’nda gümüş madalyayı aldı.
- Olimpiyat ve Dünya şampiyonu milli boksör Busenaz Sürmeneli, bu seneki Avrupa Oyunları’nda altın madalyaya layık görüldü.
- Milli tenisçimiz Çağla Büyükakçay, Grand Slam turnuvalarında tek kadınlarda ön eleme turlarında oynayan ve turu geçen ilk Türk tenisçi oldu. 2013 Akdeniz Oyunları’nda hem teklerde hem de çiftlerde altın madalyanın sahibi oldu.
Bize tüm bu fırsatları verdiği için Cumhuriyete ve Cumhuriyetin imkanlarının hakkını verdikleri için bu yazıda bahsi geçen tüm kadınlarımıza sonsuz teşekkürlerle…