Kadınların çalışma şartlarının iyileştirilmesi hiç olmadığı kadar gündemde. İş hayatında karşılaştıkları en büyük sorun ise diğer kadınlar. 8 Mart Dünya (Emekçi) Kadınlar Günü vesilesiyle, bu durumu irdeliyoruz.
Küçüklüğümden en net hatırladığım anıların bir kısmını ailecek yediğimiz akşam yemekleri oluşturuyor. Ancak hatırladıklarım annemin güzel yemekleri falan değil, daha çok anlattıkları. Yemeklerin ana konusunu ‘iş yerindeki kadın’ oluştururdu. Seneler geçse ve iş yerleri değişse de o kadın değişmezdi. Mutlaka yenilenirdi. Yarattığı sıkıntılar da üç aşağı beş yukarı aynıydı. Yanlış yapardı. Haksızlık ederdi. İki yüzlüydü. Türlü türlü basitlikleri vardı.
Tabii o zamanlar çalışma hayatı ya da kadınlar hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. O yüzden gerçekçi bir yorumlama yapamıyordum. Fakat o hâlimle bile her akşam tutkuyla yinelenen bu konuşmalardaki sağlıksız tutumu sezebiliyordum.
Yaşım ilerledi. Bizzat iş gücüne dâhil oldum. Kadın arkadaşlarım da çalışmaya başladı. Ve büyülü bir şekilde ‘iş yerindeki kadın’ tekrar hayatıma girdi.
Neredeyse her çalışma ortamında en az bir tane vardı. Göremiyor ve duyamıyordum ancak oradaydı. Herkes anlatıyordu. Mesela ofis servisinde, okuduğumuz kitaplar üzerine konuştuğum tatlı müşteri temsilcisi diğer kadın çalışanların anlattıklarına göre aslında bir şeytandı. Bir kadın arkadaşımın ofisinde de aynı niteliklere sahip bir kadın vardı. O anlatırken başka bir arkadaşım da onaylıyor ve kendi iş yerindekini anlatıyordu. Tabii artık dünyadan habersiz bir ilkokul çocuğu değildim. Sorunu görebiliyordum. Garip bir şekilde tüm bu eğitimli ve özünde iyi mizaçlı kadınlar çalışma ortamında birbirinin kurdu oluyordu. Birbirine kimi zaman karakteriyle tamamen zıt bir biçimde sert davranıyor ve bir taraf pes edinceye kadar amansız bir mücadeleye giriyordu. Bu hepimizin bildiği bir fenomen. Ne kadar yok sayıp feminist düşünceye ihanet gibi görsek de sürekli tekrarlanan bir döngü. Kadınlara en büyük zararı, özellikle iş yerinde, yine kadın veriyor.
Kadın haklarının bu kadar gündemde ve kritik olduğu bir zamanda, bu durum neden devam ediyor? Neden kâğıt üzerinde birbirine destek olan kadınlar yüz yüze münasebetlerinde tam aksi şekilde davranıyor? Bu bir hurafe ve çirkin bir önyargı mı? Peki doğruysa sebebi ne?
“Raporlar Geldi Mi?”
Arizona Üniversitesi Organizasyon ve Yönetim Bölümü Doçenti Allison Gabriel’in üç alanda yürüttüğü araştırma, kadınların iş yerindeki diğer kadınlardan nezaketsiz davranış görme olasılığının, erkeklerden çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Benzer şekilde Workplace Bullying Institute tarafından yürütülen bir başka araştırma da iş yerinde mobbing diye nitelenecek davranışların yüzde 40’ının kadınlar tarafından yapıldığını ve bu davranışların hedefinin yüzde 70 oranında diğer kadınlar olduğunu gösteriyor. ABD, Hollanda, Malta ve Türkiye’de yapılan ve farklı meslek gruplarını hedef alan araştırma ve anketler de yakın sonuçlar veriyor.
Hatta Pew and Gallup tarafından yürütülmüş geniş çaplı anketlere ve 2009 yılında yapılmış Gender in Management araştırmasına göre kadınların çoğu iyi bir yönetici olacağına inanmakla birlikte kadın bir yönetici altında çalışmak istemiyor.
Konu üzerinde yapılan araştırmalar çok ve aynı zamanda farklı sektörleri, çalışma koşullarını kapsayacak kadar çeşitli ve özel. Ancak ortaya çıkan tablo kişisel anekdotları doğrular nitelikte. Dahası oranlar yüzde yirmi ve üzeri şeklinde yüksek; yani şüphe bırakmayacak kadar keskin.
Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki çalışan kadınların çoğu kadın iş arkadaşlarından şikâyetçi. Şikâyetlerin niteliğini ise zorbalık, aşağılama, saygısızlık, sertlik, dedikodu ve iki yüzlü tutumlar oluşturuyor. Ancak kadın dayanışmasını zedelememek adına, mağdurların büyük bir çoğunluğu konu hakkında konuşmak istemiyor. Karşılaşılan sorunlar özel olarak görülerek genel yargılara varılmamaya çalışılıyor. Fakat bu sorun yalnızca kadınların mutluluğunu etkilemiyor. Çalışılan firmalar da çıkan sürtüşmelerden kaynaklı iş gücü kaybına ve hatta zarara uğrayarak İK bölümlerini çözüme çağırıyor.
İş yerindeki kadınların birbirine olumsuz davranışlarını önlemek adına kurulmuş pek çok destek grubu ve organizasyon da mevcut.
“Beyin Fırtınası Yapalım!”
Tabii bu noktada sorulan soru; “Neden?” Fakat ne yazık ki, sorunun doğası gereği verilen yanıtlar aynı kesinlikte değil. Cevapların ilki 1970’lerde ortaya atılan Kraliçe Arı (Queen-Bee) iddiası. Buna göre kadınların bazıları doğuştan baskın ve diğer kadınlara karşı mücadeleci. Hâliyle de etraflarındakiler için kırıcı. Bu kadınlar okul çağında uyguladıkları psikolojik zorbalığı ileriki yaşlarında iş yerinde de gösteriyor. Amaçları da etrafında kendisine karşı çıkmayan itaatkâr bir kadın topluluğu yaratmak.
Bu iddia nedenselliğinden ve ölçülemeyen verilere dayanmasından dolayı günümüzde geniş çevrelerce kabul görmüyor. Hâliyle günlük kullanıma girmiş olması, Freud’un yanlış olduğu ispatlanan görüşlerinin günlük kullanıma girmesini andırıyor. Ancak iddianın çıkış noktası olarak görülen evrimsel neden başka bir cevabın temelini oluşturuyor.
Boston’daki Emmanuel Üniversitesi profesörü Joyce Benenson’a göre kadınlar evrimsel olarak birlikte çalışmaya yatkın değil. Benenson’ın araştırmasına göre kadınlar, erkeklere göre kendisinden aşağı sosyal konumdaki kişilerle ortak çalışmaya daha az meyilli.
Benenson’ın işaret ettiği üzere bu davranış biçimi primatlarda da gözleniyor. Dişi şempanzeler erkek şempanzelere göre birbiriyle daha az ilgilenir ve temas kurar. Erkek şempanzeler avlanmak ve devriye için ortak hareket ederken; dişi şempanzeler benzeri ortak davranışlar sergilemiyor. Hatta dişi şempanzeler diğer dişilerle koalisyon kurmayıp kendi yavrularını korumak adına erkeklerle iş birliği yapmayı tercih ediyor.
Evrimsel yaklaşım yavrunun korunması konusunda yoğunlaşıyor. Dişi primatlar başka dişilere yardım ederek onların yavrularının avantaj kazanmasını istemiyor. Kendi yavrularını korumak için bencil davranıyorlar.
Benenson, yavrularına kaynak bulmak ve onları güvende tutmak için başka dişilerle mücadele etmenin dişi primatların doğasında olduğunu söyleyerek ekliyor; “Kadınlar karşısındakinin yüzüne gülüp iltifat ederken arkasından kariyerini yok etmeye çalışabiliyor. Bu zıtlık, hayret verici.” Tabii bu teori yüzünden Benenson’ın oldukça eleştirildiğini ve kendi deyimiyle ‘akademik ortamda yalnızlaştırıldığını’ da belirtelim.
Ancak biyolojik çıkarımlarda bulunarak yapılan genellemeler kendi savunmalarıyla birlikte geliyor. 80’lerin sonunda dönemin Yale İşletme Bölümü mensuplarından Robin Ely, iş ortamındaki olumsuz kadın etkileşimini araştırırken farklı bir soru soruyor. Kalıplara karşı çıkan Ely’e göre “Kadınlar ne barışçıl bir doğa ana figürü ne de birbirinin kuyusunu kazan şeytani varlıklardır, bulundukları ortama adapte olmaya çalışan normal insanlardır.” O hâlde bu durumu yaratan ortam nedir?
Ely’nin araştırması erkek egemen iş yerlerinde kadınların birbirine karşı daha olumsuz davrandığını ortaya koyuyor. Aksi biçimde iş yerindeki kadın sayısı arttıkça ve erkek sayısına yakınlaştıkça kadınlar arasındaki çatışmalar da azalıyor.
Aktif olarak Harvard Üniversitesi’nde İşletme Profesörlüğü yapan Ely’e göre erkek egemen iş yerlerinde rekabet artıyor ve iş arkadaşları arasında yardımlaşma azalıyor. Bu da katı bir iş yeri kültürü yaratarak kadınları dönüştürüyor. Kadınlar, sayıca az oldukları yerde yardımlaşmak yerine az görünen kaynaklar (bu durumda verilen iş pozisyonu ya da terfi) için birbiriyle mücadele etmeye başlıyor. Yani onlara dayatılan şartları içselleştiriyor. Benzeri bir durum okul çağında “Ben kadınlarla arkadaş olamıyorum, en yakın arkadaşlarım erkekler” diyen kadınlarda da görülür. Şartların erkekler lehine olduğunu fark eden kadın, erkeklerle iş birliği yaparak kendi konumunu sağlama almaya çalışır. Andrea S. Kramer ve Alton B. Harris tarafından yazılan It’s Not You It’s The Workplace kitabı da bu soruna eğilirek iş yerindeki kadınlar arasındaki çekişmeyi yersiz bir mit olarak görüyor. Kramer ve Harris’e göre kadınlar birbirine ihanet eden kötücül varlıklar değil. Ancak erkek egemen iş ortamları ve yarattıkları bu kültür kadınları bir açmaza sokuyor. Kadınlar anaç ve yumuşak oldukları zaman iş göremeyecek kadar ‘zayıf’ algılanıyor. Bu algıyı kırmak için katı davrandıklarında ise ‘fazla sert’ denilerek eleştiriliyor.
Dahası kadınların, erkeklerin aksine, olumsuz duygularını yansıtması da hoş görülmüyor. Öfkelenmek, bağırmak, kızmak erkeklerin tekelinde. Bu da söz konusu sertliğin uygulanmasını daha da zora sokarak iş ortamındaki kadınları pasif-agresif yollar aramaya itiyor. Özetle iş yerinde kadınların birbirine gösterdiği olumsuz davranışlar bir neden değil, şartların getirdiği bir sonuç. Sınırlı kaynaklara sahip ve erkek çalışanlardan ‘geride’ olduğunu içselleştiren kadınlar ‘daha başarılı’ olmaya çalışıyor ve gerçekçi olmayan beklentiler içine giriyor. Böylece mizaçları sertleşiyor ve iş arkadaşlarının da kendisine koyduğu gerçekçi olmayan mükemmeliyet anlayışına uyması bekleniyor. Bu durum takdir gibi olumlu etkileşimleri azaltırken eleştiri ya da azarlamaları artırıyor. Eş zamanlı olarak da sürekli yüksek standartları korumaya çalışan söz konusu kadınları yıpratıyor.
Kadınlar anaç ve yumuşak olduğu zaman iş göremeyecek kadar ‘zayıf’ algılanıyor. Bu algıyı kırmak için katı davrandığında ise ‘ fazla sert’ denilerek eleştiriliyor.
Şaşırtıcı olmayan bir biçimde kadınların ağırlıklı olduğu iş yerlerinde kadınlar arasındaki çatışmalar azalıyor; yönetici memnuniyeti ise artıyor. Yapılan içselleştirme psikolojide ‘sistem meşrulaştırma’ olarak geçer. Terime göre baskılanan kişi zamanla kimliğiyle ilgili var olan yanlış önyargıları kabulleniyor. Ve olumsuzluklar sistemin değil kendi eksiklikleri şeklinde yorumlanıyor. Bu durum yoksul insanların aşırı zenginleri savunmasıyla benzeşiyor. Gizli umut, bir şekilde sisteme entegre olarak farklı olduğunu kabul ettirmek ve yükselmek üstüne oluyor.
Araştırmalara katılan kadınlar ancak ‘kadın’ ibaresiyle sorular sorulduğunda ayrıştırıcı yanıtlar veriyor. Aynı sorular yönetici ya da iş arkadaşı şeklinde yöneltildiğinde kadın faktöründen bahsedilmiyor.
Soruna Çıkışını Vermek
Kadınların iş gücüne dâhil olması ve iş hayatında başarılı olması sosyal açıdan kritik bir öneme sahip. Ancak bunu gerçekleştirirken kendi kendine ve birbirine engel oluşturmaması da gerekiyor. İş hayatında kadınların yaşadığı zorlukların ve bu zorlukların nedenlerinin anlaşılması bu noktada elzem. Fakat bahsettiğimiz çalışmalar yaşanan zorlukların hatırı sayılır bir kısmının kadınların, kendisiyle ilgili içselleştirdiği olumsuz algılardan kaynaklanabileceğini de gösteriyor.
Kadınların farkında olmadan kendisini yetersiz bir çalışan gibi görmeyip bu algısını kırmasıyla iş ortamındaki erkek egemen havanın da yavaşça güç kaybedeceğini iddia edebiliriz. Dahası kendi üzerindeki baskıyı kaldıran kadınlar, diğer kadın iş arkadaşlarını potansiyel rakip ya da zayıf halka olarak görmeyecek; sahip olduğu iç huzuru çalışma ortamına da yansıtacaktır. Hâlihazırda erkek egemen kültüre sahip iş yerleri yerine kadınların girişimiyle kurulmuş alternatif çalışma ortamları da bu dönüşüme katkıda bulunacak ve belki de çok daha başarılı bir iş yeri kültürünün oluşmasına önayak olacak.
Her ne kadar böyle bir sorunun varlığı moral bozsa da çözümün tekrardan kadınların elinde olduğunu bilmek güzel. Kadınlar bu dönüşümü sağlayacak ve çalışma şartlarını iyileştirecek güce sahip. Belki de birinin ilk olması ve kadınlar arasında refleks gibi yaşanan gerilimi kırması lazım. Tabii bu yönde hep birlikte hareket edilirse daha da iyi.
Kadınlar Günü vesilesiyle tüm kadınlara huzurlu bir çalışma ortamı ve ekonomik bağımsızlık dilerim. Çünkü geleceğin kadınlarının buna ihtiyacı var