Çalışkan, vizyoner ve sanatın bir olma hakikatine, yaklaştırıcı gücüne tutkun… Gonca Kopuz ile heykel, sanat ve 4-8 Hertz adlı yeni sergisi hakkında konuştuk.
Bize öncelikle sanata ilginiz ve sanatçılığa karar vermenizin hikayesini anlatabilir misiniz?
Kalemi düzgün tutmayı becerebildiğimde (3 yaşında) resim yapmaya başlamışım. 17 yaşımda
ilk kişisel sergimi açtım. Türk resim sanatına yön vermiş muhteşem sanatçılar Ertuğrul Ateş ve Kadir Akorak hocalarım oldular. 2011’de Çeşme’ye atölyemi taşımıştım. Aylarca hiçbir şey üretemedim. Dönüşüme iki gün kala rüyamda iplerden yapılmış bir kadın silüeti gördüm. Altı ay boyunca denemediğim malzeme kalmadı, ellerim parçalandı ama sonunda çuvalı dondurup heykele dönüştürmeyi başardım. Böylelikle dünyada ilk kez çuvalı heykelleştirerek tuvale uygulayan sanatçı oldum. Çeşmedeki stresli günlerimin ödülü oldu bu.
Son serginiz 4-8 Hertz, bir frekansı takip ediyor. Acaba bu aralık üzerinden eserlerinizi nasıl yorumluyorsunuz?
Bu frekans sezgilerin güçlendiği, yaratıcı fikirlerin ve hayal gücünün zirve yaptığı, derin sezgi ve yaratıcılığın frekans bandıdır. Klasik eserler genellikle bu frekansta ortaya çıkar. İşte ben de tam olarak o ruh halinde, teta dalgalarla dans ederek ürettim eserlerimi. Birbirimize görünmez ağlarla bağlı olduğumuzu, birbirimizi tamamladığımızı anlatmaya çalıştım. Sonsuz bir birlik durumu… Bana bu sergimde yine bir Terakki’li ilkokul arkadaşım Seda Eyüboğlu bronz heykelleriyle eşlik etti.
Sanatın her daim daha iyi bir insanlık durumunu ümitlenmesini de örnekliyor 4-8 Hertz. Ümitlerinizi ve duygularınızı eserlere aktarırken nasıl zorluklar yaşıyorsunuz?
Çok şanslıyım ki duygularımı soyuttan somuta taşıyabilmemi sağlayan bir hediye verilmiş bana bu dünya yolculuğumda. Yaratım süreci bazen sancılı oluyor. Günlerce hiç konuşmayıp sadece tavana baktığım zamanlar oluyor. Sadece tavana bakıp Brahms, Bach, Mozart veya yalnızca yüksek ses frekansları dinliyorum. Ama o birkaç günün ardından bir heyecanla atölyeme giriyorum ve günlerce gecelerce aşkla ürettiğim sürecim başlıyor. Ne çıkacağını ben de bilmiyorum.
Mesleğinizde sürekli sizi yenileyen bir sanat eseri var mı?
Sanatla iç içe olmak, galeri gezmek, koleksiyon eserleri görmek ruhumu çok besler.
Sanat konforlu bir alanda mı üretilmeli?
Eserlerimi yaratabildiğim her yer konforludur benim için. O kadar konsantre olarak çalışıyorum ki zaman- mekan algım ortadan kalkıyor. Sadece gürültü olmasın, müzik olsun yeter.
Pygmalion and Galatea’yı giydirmiştir. Moda ve heykel arasında siz nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Aslında Pygmalion’la empati kurmakta zorlanmıyorum. Heykelimi giydirmeyi denemedim belki ama itiraf etmeliyim ki benim de bazen atölyede heykelime sarılıp mutluluk dansı yaptığım oluyor. Dünyadaki değişen trendler modayı nasıl etkiliyorsa, sanatı ve sanatçıları da etkiliyor. Renklerime de yansıyor bu.
Gelecek projelerinizden bahseder misiniz?
Bodrum Kempinski Hotel’de Özlem Alici’nin düzenlediği sergimiz yaz boyunca devam edecek. Bir yıldır Miami’de beni temsil eden bir galerim ve Milano’da her yıl düzenli olarak katıldığım bir organizasyon var. Yurt içinde ve yurt dışında daha fazla koleksiyonere ulaşmak keyif veriyor. Aslında ben plan yapmadan sadece üretiyorum, açılması gereken kapılar kendiliğinden açılıyor.