İstanbul’un o mis gibi deniz kokan sabahlarından biri…
Mahizer ve Serkan’ın Rumelihisarı’ndaki üç katlı ve onların tabiriyle ‘çok tatlı’ olan evlerine doğru yola çıkıyoruz… Kapıdan içeri adımımı attığım an, buram buram moda kokan ‘yaşayan bir ev’ ne demektir sorusuna da cevap buluyorum. İddia ediyorum ki, bu evin içindeki eşyalar çaktırmadan hareket ediyorlar adeta. Ne için orada bulunduğumu hatırlayarak hemen toparlanıyorum ve üst kata çıkıyorum. Seranay’ı uçuş uçuş tüylerin arasında, gün ışığının en yoğun olduğu noktada buluyorum. Bembeyaz bir siluet içinde adeta taş bebeği andırıyor. Seksi bakışlarının ardına gizlediği çocuksu, hatta hafif muzır gülüşü ve iki flaş arasına sıkıştırdığı küçük dans hareketleriyle tam karşımda… Tanışmak için yanına gittiğimdeyse, elimi sımsıkı tutarak gülümsüyor. Bu kısacık molanın ardından o çekime kaldığı yerden devam ederken, ben de gözlem yapmak üzere köşeme çekiliyorum. Bu kez de bir an bile düşmeyen enerjisi karşısında şaşıp kalıyorum. Üstelik çekim boyunca sadece tek bir kâse yoğurt yediğini hesaba katacak olursak, daha da gerçek dışı gözüküyor. En belirgin karakteristik özelliklerinden birinin bahsettiğim yüksek enerjisi ve çocuksuluğu olduğunu fark etmem fazla uzun sürmüyor. Belirtmeden geçemeyeceğim… Ekibin tavan yapan motivasyonuna Serenay’ın pozitif katkısı eklenince en hızlı çekim rekorunu kırmış olabiliriz. Çaylarımızı alıp eve dair en güzel noktalardan biri olan küçük bahçeye geçiyoruz. Bugüne dek onunla o kadar çok röportaj yapıldı ki, bu kez ona dair bilinmeyenleri konuşmak istediğimi söylüyorum. Zira hepimiz ilk kez bir filmde rol aldığında henüz 16 yaşında olduğundan Adanalıdaki Sofia karakterine, 2010 yılında ikinci seçildiği güzellik yarışmasından bugün devam eden dizisi Med Cezir’deki Mira rolüne dek pek çok bilgiye sahibiz. O zaman en sondan geriye doğru gitmeyi teklif ediyorum ve diziyle açıyorum sohbeti, o da şöyle devam ediyor; “Med Cezir benim kendimi en iyi hissettiğim projelerden biri çünkü hem kendi yaş dilimimde birini oynuyorum, hem Mira çok tatlı bir karakter, hem de dizi çok güzel bir başarı elde etti. Herkes diziyi çok sevdi, çok sıcak buldu ve içinde kendini de buldu. Biz de çok mutlu hissediyoruz kendimizi. Medcezir’le birlikte hayatım da bir ivme kazandı.” Peki, ya Mira? Tatlı ve çocuksu hallerinin Serenay’a benzediği bir gerçek ama canlandırdığı karakter hakkında ne hissediyor merak ediyorum. “Herkes onu çok sevdi, en çok da ben sevdim.
Bu da ekrana yansıyor diye düşünüyorum. Mira çok gerçek bir kız, dünya iyisi ya da masum bir melek değil, Mira tam da hayatın ortasından bir kız. Evet, zengin ama insani özelliklerini kaybetmiş, o dünyanın içerisine kendini kaptırmış biri değil. O kadar gerçek ki sevgilisini kıskanıyor, onu başkasıyla paylaşmak istemiyor. Hayatında ilk defa ona ait olduğunu düşündüğü bir aşk var. Ona sahip çıkmak istiyor. Aşka bir çocuk gibi yaklaşmak istiyor. Bunlar çok tatlı geliyor bana ama ben Mira gibi biri değilim. O daha fevri çünkü kendini kontrol etmeyi bilmiyor, ilk defa böyle bir sınavdan geçiyor. İnsan tecrübeleriyle olgunlaşır, durulur ve sakinleşir. Onun daha önce böyle bir tecrübesi olmamış, hep ona sunulanları kullanmış. Dolayısıyla bunun heyecanını ve paniğini yaşıyor, nasıl davranacağını bilmiyor. Ben kız erkek ilişkilerinden, arkadaşlık, aile ilişkilerime kadar daha durağanımdır, durgunumdur, gözlemlemeyi severim. Olayların üzerinden zaman geçmesini, beklemeyi, susmayı severim. Çok ani tepkiler vermem. Biraz sabırlıyımdır” diyor. Bu noktada karakteri canlandırırken kendine dair neler keşfettiğini de soruyorum. “Mira birçok konuda ısrarcı bir kız, hatta inatçı bile diyebiliriz. Bir doğru bildiği var ve buna tüm temiz kalbiyle, en ufak bir art niyet gözetmeksizin inanıyor. Bunu da insanlara göstermeye çalışıyor, sessiz çığlıklar atıyor aslında. Duygularını dışa vurumu çok güzel… Bense biraz bunları kapatmaya, saklamaya çalışan biriyim. Mira sayesinde duygularımı biraz daha dışa vurabileceğimi ve bunun kimseye bir zarar vermeyeceğini anladım” diyor.
Ankaralı olan ancak gençliğinin ilk yıllarını Antalya’da geçirmiş olan Serenay; Güzel Sanatlar Lisesi’nde okumuş. Üniversite için hep yurtdışına gitmeyi hayal eden Sarıkaya’nın çocukluk hayalinden söz etmeye başlıyoruz bu kez… “Çocukken oyunculuğa dair bir hayalim yoktu ama modellik ya da görselliğe hitap eden bir iş yapmayı istiyordum. Oyunculuk biraz tesadüfi oldu benim için.” Mesleğe çok erken yaşta başlamasını kendi tabiriyle ‘öğrenme ve her şeyi keşfetme yaşında’ olarak özetleyen, işi öğrenmek ve hataları düzeltmek anlamında avantaj sağladığını söyleyen Serenay sözlerine şöyle devam ediyor; “Zor bir sektörün içinde, bu kadar küçük yaşta mücadele etmek belki bu durumun tek dezavantajı olabilir ama mücadele hiçbir zaman beni yıldırmadı. Evet yordu, düşündürdü ama hiç vazgeçirmedi. Şimdi de bunun meyvelerini aldığımı düşünüyorum, mutluyum.”
Annesiyle olan yakın ilişkisini bildiğimden biraz da nasıl bir kadın olduğunu, onu nasıl şekillendirdiğini soruyorum, o da başlıyor küçük küçük gülümsemelerle anlatmaya; “Babamla ayrıldıklarından beri annemle yaşıyorum. Şu anda ayrı evlerdeyiz.” Annesi ile her şeyi paylaştığından bahsediyor ve onun gibi bir figürün hayatındaki varlığının kendisini çok rahatlattığını, her anlamda annesine benzemiş olmayı dilediğini söylüyor. Bunun nedenlerini ve annesinden aldığı ilk tavsiyeyi ise şöyle anlatıyor Serenay; “Annemin bana bu sektöre girmeden önce de söylediği tek bir şey vardı; ‘Ne yaparsan yap arkandayım, yeter ki iyi düşün, iyi karar ver ve istediğin yolda istikrarlı git.’ Bu bana çok büyük bir güç verdi, belki de bugün burada olmamın, ben olmamın bir numaralı nedenlerinden biri arkamda annemin olduğunu bilmem, sırtımı dayayabilecek birinin olduğunu bilmem. En kötü anlarda bile; ‘Hadi, devam et!’ der. Her yeni işte onu ararım, izledi mi, ne düşünüyor diye sorarım. Onun fikirlerine de çok güvenirim. Çünkü anne gibi yaptığım her şeyi beğenen cevaplar vermez. Beğenmiyorsa gerçekten beğenmediğini söyler. Çok objektiftir, o yüzden çok güvenirim ona.” ‘Güven’ demişken, biraz daha derinine iniyoruz bu konunun. İyi tanıdığını zannettiği birinin aniden değişmesinin onun üzerinde ne gibi etkiler yaratacağını konuşuyoruz. Kaldı ki bu içinde bulunduğu sektörde çok sık rastlanan bir durum. Hırslar da işin içine giriyor çünkü… Çok temkinli olduğunu, insanları hayatına zor kabul ettiğini itiraf ederken bunu övünerek söylemediğini, daha kolay iletişim kurabilen ve daha açık biri olmayı arzuladığını ekliyor ve tüm sakinliğiyle şöyle devam ediyor; “Bu bir korku mu yoksa mesleki deformasyon dedikleri bir şey mi bilmiyorum. Tabii ki çok sevdiğim bir insan tarafından güvenimi sarsacak bir şey yaşarsam çok üzülürüm; eğer o kişi çok yakınımsa içime kapanabilirim ama dünyanın sonu da değil nihayetinde. Hayata küsecek bir hale gelmem. Olanlar beni üzse de zihinsel olarak yorsa da bir süre sonra kendimi motive ederek toparlanıp bu ruh halinden çıkabileceğimi düşünüyorum.”
Pişmanlıklarından ders çıkardığını anlatırken aklıma düşüyor ileriye yönelik hedefleri, planları neler? “Oyunculuğu bu kadar seveceğimi, keyif alacağımı hiç tahmin etmemiştim. Artık öyle bir hal aldı ki onsuz yapamazmışım ve buraya aitmişim gibi hissetmeye başladım. Oyunculuk yaşsız bir meslek. Kendimi başka yerlerden geliştirmeye, eğitmeye çalışıyorum.” Ancak sözleri bununla bitmiyor ve farkında olmadan yüreğinin büyüklüğünü de açığa vuruyor; “Benim şimdiye kadar en çok hayal ettiğim ve olmasını istediğim annemi ve babamı rahat ettirebilmekti. Onun da yavaş yavaş temellerini atıyorum. Onların mutlu olması beni de mutlu ediyor çünkü. Öyle büyük hayallerim, şunu yapmazsam olmaz dediğim bir şey yok. Hep kısa vadeli hayaller kuruyorum ve onların hemen gerçekleştiğini görüyorum ama hiç öyle on yıllık on beş yıllık planlar yaptığım olmadı.”
Ünlü ve bekâr bir kadın görünce illa merak edilen soruyu soruyorum ben de; ‘Evlenmeyi düşünüyor musunuz?’ Cevap için hazır mısınız? “Evlenmekle ilgili henüz hiç bir şey hissetmiyorum.” Bu noktada aşka değinmeden de olmaz… Zira dizide de zengin bir ailenin kızı ile yoksul mahalleden gelen genç bir erkeğin aşk hikâyesi var. Sizce bu hikâye ne kadar gerçekçi diye soruyorum, çünkü yıllarca Türk filmlerinde sadece kadın ve erkek arasındaki roller değiştirilerek işlenen hikâye hep imkânsız aşk olarak yansıtıldı; “Mira ile Yaman’ın ilişkisi gerçek dışı değil aksine çok olası. Mira içinde olduğu dünyaya kendini ait hissetmiyor, Yaman da düzgün bir insan, hayat onu çok çabuk olgunlaştırmış. Bence herkes kendi klasmanıyla eşleşmek durumunda değil. Keşke her şey sadece kalbin söylediğine göre, mantığın devreye girmeyeceği şekilde olabilse… Keşke öyle bir dünyada yaşıyor olsak, o zaman belki her şey daha kolay olurdu.” Eski aşklara gelip dayanıyor sohbet, günümüzde neden yaşanmıyor artık öyle aşklar diye merak ediyoruz. Yine de Serenay sözlerine şöyle devam ediyor; “Ben büyük aşkların eskide kaldığına inanan bir insanım, o zaman çok büyülü ve masalsıymış yaşananlar. Üzerine efsaneler yazılmış. Şimdi de çevremde güzel aşklar yaşayan arkadaşlarım var, onlara da saygı duyuyorum.” ‘Kolay âşık olur musunuz?’ dediğimde, başına hiç böyle bir durumun gelmediğini söylüyor. Ona ve onun gözünden aşka dair daha fazlasını kurcalamak istemediğimden susuyorum Son olarak onu bugüne dek çok etkilemiş olan erkeği soruyorum, aldığım cevap karşısında ise gerçekten mutlu oluyorum; “Orhan Veli’yi çok severim, şiirleri beni çok etkiler. Özellikle şiirlerini okurken çok ağladığım olur.” Serenay’a dair yazılacaklar bitmez o yüzden ben de Orhan Veli ile bitirmek istiyorum o güne dair bende kalan notları; ‘Her gün bu kadar güzel mi bu deniz? Böyle mi görünür gökyüzü her zaman? Her zaman güzel mi bu kadar; bu eşya, bu pencere? Değil, vallahi değil; bir iş var bu işin içinde…’ Ece Üremez