DEFİLE

Deniz Devran’ın Paris Moda Haftası Notları

İki yıllık pandemi arasının ardından sonunda Paris’e Moda Haftası’na geri döndüm. Bu şehirde olmak her zaman özel hissettiriyor olsa da, moda haftası zamanı burada olmak çok başka bir duygu. Özellikle bu dönemde kendimi bu büyülü şehre ait hissediyorum.

Şehre gelir gelmez, eski binaların içindeki ofislerde toplantıda buluyorum kendimi. Uzun zaman sonra moda haftasının bu kadar canlı olacak olması herkesi heyecanlandırıyor. Bu sırada fark ediyorum ki; gerçekten bu yoğunluğu ne kadar stres verici olsa da özlemişim. Modanın insanlara verdiği o heyecanın devam etmesi için moda haftalarının gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Moda haftası benim için sadece defilelerden ibaret değil, defileyi izlerken bir anda tanışıp konuştuğun kişiyle yeni bir projeye başlamak, sokaklarda gördüğün insanlar ve enerjiden ilham almak, dahil olduğun kısa bir sohbetin içinde uyandırdığı farklı hisler ve oluşan motivasyon da benim için moda haftasını ifade diyor.

Bu sene Paris Moda Haftası’nda en çok dikkatimi çeken kavram ‘’farklılık’ oldu. Katıldığım defilelerde gözüme çarpan ilk detay hemen hemen her defilenin her ırk, yaş ve vücut tipinden modellere ev sahipliği yapmasıydı. Bu görsel dünyayı, sanılanın aksine o kadar güzelleştirip kendine has hale getiriyor ki, bir markanın DNA’sını en iyi şekilde böyle hissedebiliyoruz bence.

Şehir günlüğü:

Haftama Opera Gallery’de verdiğim kısa bir molayla devam ediyorum, Paris’te çalışıyor olmanın en güzel yanlarından biri de eğer sanattan beslenen biriyseniz şehirde bir sürü kaçış noktası bulabilecek olmanız. Opera benim için bunlardan biri, bulunduğu bina ve sergilediği eserler ile her zaman burayı ziyaret etmek bana iyi hissettiriyor. Buradan adımımı dışarıya attığım anda yine Paris’in görkemli moda dünyasına dönüyorum. Moda haftası zamanı sokaklar tam bir catwalk alanı. Bazen bu döneme özel, lokallerin bile farklı stillerle sokaklarda olduklarını düşünmüyor değilim.

Paris’te özellikle vakit geçirmeyi sevdiğim bir diğer yer de Ritz. Burası Coco Chanel’den, Scott Fitzgerald’a, sanat ve moda dünyasının ilham verici farklı isimlerine ev sahipliği yapmış. Her geldiğimde sanki yan masamda onlar oturuyormuş hissi beni buraya ait hissettiriyor. Aslında Paris’i bu kadar özel yapan da bence bu. Yıllardır dünyayı birçok farklı şekilde etkilemiş bir çok insana ev sahipliği yapmış şehir, onların baktığı sokaklar, binalar değişmemiş hala aynı şekilde duruyor.

Yüksek modanın radarında:

Fotoğraf Kredisi: Theo Le Foll

Moda haftası macerama renk katan I Deserve Couture olarak bildiğimiz Hanan Besovic’ten bahsetmek istiyorum. Kendisi moda eleştirmenliğini komik bir mizaçla el alarak son bir senede Valentino, Balmain gibi büyük markaların ilgi odağı haline geldi. Haliyle Paris Moda Haftası’nın da önemli davetlileri arasındaydı. Beraber ByFar partisinde bol bol sektörü konuştuk. Modaya yaklaşım tarzı o kadar kendine has ki, samimiyetine hayran kalmamak elde değil. Bu katıldığı ilk moda haftasından sonra, moda haftasının içyüzünü ve gerçekten ne anlama geldiğini anladığını, sosyal medyadan görünen kısmının küçük bir kısmı olduğunu ama bundan çok daha fazlasının gerçekleştiğini söylüyor. ‘’Moda haftası programımı yaparken çok iyimserdim bir günde beş farklı show’a katılabileceğimi düşünüyordum ama gerçekte olan üç show’dan sonra fiziksel ve mental olarak çok yorulduğumu fark ettim. Sadece defileleri izlemeye gitmiyordum, orada yeni insanlar ve fikirler ile tanışıyor, beni takip eden insanların benimle aynı deneyimi yaşadığından emin oluyordum yani sürekli aktif olmam gerekiyordu.’’ Bir yandan da dünyanın içinde bulunduğu bu zor zamanlarda, paylaşım yapmanın onun için ne kadar zorlayıcı olduğunu, ama onu takip edenler için bir kaçış alanı yaratmak istediğini paylaşıyor. ‘’Beni takip eden biri eğer üç saniye için bile olsa beni izlerken eğlenebiliyorsa bu benim için yeterli.’’ Kendini moda sektöründe nerede görüyorsun sorusunu sormadan bitiremiyorum sohbetimizi. ‘’ Kendimi moda endüstrisine pozitiflik ve hümanizm getiren biri olarak görüyorum. Moda sektörü burnu havada olmak gibi kötü bir üne sahip ama hayır bu böyle değil! Sektörde çok içten harika insanlar var, ben de bu insanlara dikkat çekmek ve beni takip edenlere kendi bakışımdan moda dünyasını ve insanlarını göstermek istiyorum.’’ Moda haftasına katılmanın ona fazlasıyla iyi hissettirdiğini ve bu deneyim için çok şanslı olduğunu, aynı fırsata sahip olmayan ve onu izleyen herkesin sanki onun yanındaki koltukta oturuyormuş hissiyatını vermek istediğini söyleyerek ne kadar içten ve samimi olduğunu bir kez daha hissettirdi bana.

Moda haftasında bana eşlik eden iki sevdiğim isimden de bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri Türk influencer Mina Ceran. Kendisi Paris ruhunu hissettiren kombinleri ile o kadar ilgi çekti ki, defilelere girerken fotoğrafçılara poz vermekten, kombin detaylarını çeken insanlara gülümsemekten defilelere geç kalıyorduk. Gerçekten kendisini kısa sürede yabancı medya ve marka iş birliklerinde göreceğimden hiç şüphem yok.

Fotoğraf: Theo Le Foll

Bana eşlik eden diğer isim de Theo Le Foll. Kendisi henüz çok genç bir fotoğrafçı olmasına rağmen büyük isimler var fotoğrafladıkları arasında. Bir yandan da Jean Paul Gaultier, JW Anderson gibi markaların moda çekimlerinde modellik yapıyor. Theo ile moda haftasında gezmenin en güzel yanı sürekli ‘’anın’’ fotoğraflanması… Bu konuda o kadar yetenekli ki Mina ile bir markanın partisindeyken adeta onunla editoryal bir çekim ortaya çıkarıyor.

Ben neler giydim?

Paris’te moda haftasında renkler bu sezon fazlasıyla ön planda. Özellikle Pierpaolo’nun Valentino için hazırladığı sadece pembe ve siyah renklerden oluşan koleksiyon etkileyiciydi. İki renk kullanılmasına rağmen kesimler, kalıplar ve styling ile öyle farklı 48 pembe, 33 siyah look çıkmış ki, hayran kalmamak mümkün değil.

Bu kadar renk ve farklılığın içinde ben daha basic görünümler ile moda haftasına katılmayı seviyorum. Çünkü günde birden fazla gittiğim defile, arada gidilen toplantılar, sunumlar, sergiler derken rahatlık benim için ön planda oluyor. Bu görünümü tamamlarken Türk markası Wabisabi’den aldığım trençkot ve blazer ceket takım benim için ideal seçimler oldu.

 Akşam ise yine bir davete giderken effortless chic bir elbise tercih ederek, yine rahatlık öncelik olacak şekilde şık olmaya özen gösteriyorum. Moda haftası sırasında dikkatimi çeken Saint Tropez’de hikayesi başlamış lokal bir marka iken şimdi giderek popülerleşmeye başlamış ErEvan markası dikkatimi çekiyor ve onlardan aldığım bir denim look ile bir günümü tamamlıyorum.