Demokrasi, yalnızca oy vermekle sınırlı bir sistem değil; kimlerin söz hakkı olduğunu, kimin hikâyesinin “kamusal” kabul edildiğini belirleyen bir iktidar mimarisi. Bu yüzden demokrasi, tarih boyunca dışarda bırakılanların —yani kadınların, queer’lerin, yoksulların—mücadelesiyle genişlemiştir.
Gerçek bir demokrasi, herkesin eşit söz hakkına sahip olduğu; yalnızca temsil değil, katılım temelinde örgütlenen bir yaşam biçimini vaat eder. Tam da bu noktada feminizmle buluşur.
Demokrasi hangi hayatların “temsile değer” bulunduğuna dair tarihsel bir kurguya dayanıyor. Bu kurgu, modern ulus-devletin inşasından bu yana erkeklik lehine çalışıyor. Erkekler demokrasiye doğuştan abone olurken, kadınlar yıllarca kapıda bekledi. Sadece seçilmek değil, seçmek de yasaktı. Yani demokrasiyi hep birlikte icat etmiş gibi davrananlara biraz yavaş diyoruz.
Dolayısıyla demokrasi, nötr bir zemin değil; feminist mücadelelerle sürekli dönüştürülmesi gereken bir politik alan.
Feminist siyaset sayesinde oluşan demokratik dönüşüm, ataerkil düzen açısından yerleşik bazı ayrıcalıkların sorgulanması anlamına da geliyor. Yani, erkekler için karar alma süreçlerinde öncelikli olma, görünürlükte üstünlük, norm belirleyici pozisyonda bulunma gibi uzun süre boyunca sorgulanmadan kabul edilmiş bazı avantajların kaybı gündeme taşınabilir.
Kulağa romantik gelse de, feminist bakış açısı demokrasiye derinlik katmakla kalmıyor, onu baştan kuruyor. Ve evet, bu birilerini ciddi anlamda rahatsız ediyor.
Feminist bir demokrasi, yalnızca kadınları dahil etmekle kalmaz erkekliğin ayrıcalıklı normunu da çözer. Tam da bu nedenle, demokrasi gerçek anlamda demokratik olmak istiyorsa, feminist olmak zorundadır.
Çünkü eşitlik sadece oy sayısıyla değil, iktidarın kimler için tanımlandığıyla ilgilidir.
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Dijital aktivizm: “Like” ile dünyayı kurtarmak