Eski bir röportajımızda; “30’umdan sonra hayat farklı bir boyut kazanacak” demişsin ve o sırada 29 yaşındaymışsın. Değişen bir şey oldu mu?
Bunu mu demişim? Ne kadar şapşalmışım, arada bir yıl varmış zaten. O zamandan beri hiçbir şey değişmedi. 29’umda neysem şimdi de oyum. O zaman demek ki büyümeye dair kaygılarımız varmış. Şimdi fark ediyorum ki değişen hiçbir şey yok. Hatta olgunlaştıkça her şey daha güzel oluyor.
Yine de insanın olaylara bakışı değişmiyor mu?
Bunu samimi olarak söyleyebilirim ki çok sabırsız biriydim ben çünkü çok yüksek enerjili bir insanım ve hayata dair hiç sabrım yoktu. Erkek arkadaşım o gün beni niye aramadı diye de sabredemezdim, iş görüşmesinin sonucunu alacağım anı bekleyemezdim. Arkadaşlık ilişkilerimde de çok sabırsız davrandığım anlar oldu fakat yıllar beni her geçen gün biraz daha sakinleştiriyor, daha sabırlı olmayı öğretiyor. Artık daha toleranslıyım. Önceden trafikte bile daha sabırsızdım ve her şeye kızardım. Şimdi her geçen gün biraz daha sabırlı oluyorum, olgunlaşıyorum. Bulunduğum andan keyif almaya çalışıyorum. Geçmişte hayata, kariyerime dair kaygılar güderken şimdi hiçbiri beni korkutmuyor. Hayat bildiği gibi gelsin yani.30 yaş, evlendiğin için de bir dönüm noktası olmalı.
Ben insanların 30’undan önce evlenmemesi gerektiğine inanıyorum. Bu fikrimde de oldukça katıyım çünkü 20, 21 gibi genç yaşta evlenen arkadaşlarıma baktığımda, hele ki kendilerine yakın yaşta birisiyle evlenmişlerse, evlilikle kişinin gelişmesi aynı süreçte oluyor. Gençlikten orta yaşa geçiş döneminde karakter değişiyor, zevklerin değişiyor, algın değişiyor, hobilerin değişiyor. Kendini keşfettiğin bir süreç bu. Aradan beş altı yıl geçtiğinde bir bakıyorsun kişi farklı yönlere gitmiş ve ortak paylaşacak hiçbir şeyleri kalmamış. İlk evliliklerin bitme nedeni biraz da bu aslında. Taraflar 30’una kadar hayatı yaşayıp, kendini tanıyıp ne istediğini bildiği noktada evlenirse çok daha sağlıklı bir ilişki olacağını düşünüyorum.
Peki, sen nasıl birisin? Neydin, ne oldun?
Karakteristik özellikten yola çıkarsak; hep bardağın boş tarafından bakıyorum ben hayata. Biraz pesimist bir insanım, her şeyin en kötüsünü düşünüyorum. Örneğin tiyatro oyununa çalışırken sahnede bana trak gelecek diye beş kat fazla çalışırım çünkü hata payı bırakmak istemem hayatta. Örneğin bugün röportajda en doğru cümleleri kurmak zorundayım. Sunum yapacaksam en iyi sunumu yapmak zorundayım ve bunun için çalışmak zorundayım. Bugün bu çekime geleceğim diye son beş gündür daha fazla su içiyorum, yememe içmeme dikkat ediyorum. Dün akşam da erken yatıp sabah erken kalktım. Bu hem işime hem kendime olan saygımdan dolayı. Çünkü burada bir hata yaşamak istemiyorum. Çabalarım hep daha iyisi olması adınaydı. Birazcık rahatlamayı öğrendim ama eskiden bunu daha yoğun yaşardım. Yeni dizi başlarken mesela nasıl olacak, yönetmen nasıl olacak, ekip nasıl olacak diye kaygılanırdım. Şimdi bunu hiç kurgulamıyorum.
Çalıkuşu seti nasıl çıktı?
Bu yeni sete çok huzurlu başladım çünkü kaygılarımın hiçbiri yoktu içimde. Sete gittim, herkes çok tatlı, yönetmen çok iyiydi. Çok memnun ve mutluyum. Eğer kendimi korkutup heyecanlandırsaydım tadını çıkaramayacaktım. Böylece biraz daha sakinleştim.
Bir yıldır setlerden uzaktın. Şimdi Çalıkuşu’yla sağlam bir dönüş yapıyorsun…
En son Gönülçelen dizisinde oynamıştım. Arada proje teklifleri gelmedi mi geldi ama sektörün çalkantılı olduğu bir dönemdi. Geçen yıl Sarelle’nin üç reklam filmi vardı, onlar çok başarılı oldu. Bir sürü kişi beni gerçekten hamile zannetti. Yolda durdurup; ‘Ne kadar çabuk zayıfladın’ diyorlardı. Bu durum da işlerimi etkiledi biraz. Hatta Çağan Irmak bana Çalıkuşu için teklif getirmeden önce sormuş; ‘Begüm doğurdu mu, çalışabiliyor mu?’ diye.
Projeden bahseder misin biraz?
Türkiye’nin en iyi yapım şirketlerinden biriyle çalışıyoruz. Tims son dönemde yaptığı projelerle adından sıkça bahsettiriyor. Çağan Irmak ve Doğan Ümit Karaca yönetmenlerimiz. Sevgi Yılmaz senaristimiz. Çok keyfim yerinde çünkü daha önce dönem işinde oynama fırsatım olmadı hiç. İçimde ukdeydi. Çalıkuşu; Reşat Nuri Güntekin’in en önemli eserlerinden biri. Daha önce iki kere dizisi yapıldı ama Çağan Irmak’ın gözünden izlemek çok heyecan verici olacak.
Nerede çekiliyor?
Erenköy’de bir köşkte çekiliyor. Fahriye Evcen, Burak Özçivit, Deniz Celiloğlu, Mehmet Özgür, Ebru Helvacıoğlu da oynuyor. Ben hep çok dua etmiştim; bir dizi projesi olacaksa beni heyecanlandıracak, gerçekten içinde olmak isteyeceğim bir proje olsun. Eve gidip senaryoyu okuduğumda; ‘Ne kadar güzel bir sahne, yarın çekim olsa da gitsem’ diyebileyim. Tıpkı bunun gibi… Sete gittiğimde de çok iyi anlaşabilen bir ekip olsun diye de dua ettim çünkü günün yaklaşık 12 saatini o arkadaşlarla geçiriyorsun. Ailenden, eşinden, dostundan daha çok görüyorsun onları. ‘Sizler profesyonelsiniz, kimseyle iyi anlaşmak zorunda değilsiniz’ derler ama hayır, anlaştığın zaman tadından yenmez. Neyse ki biz çok iyi anlaştık ve kimse yabancılık çekmedi.
Çalıkuşu’nun hikâyesini hatırlatır mısın?
Feride’nin doğumundan itibaren tüm hayatı anlatılıyor. Başkarakter Feride’nin kuzeni Kamran. Yaşları ilerledikçe birbirlerine olan aşkları anlatılıyor. Benim canlandırdığım Neriman, Kamran’la yasak aşk yaşayan dul bir kadın.
Nasıl bir kadın Neriman?
Neriman, Kamran’ın annesinin yakın arkadaşı. Kamran’la aşk yaşıyor ama bunu kimse bilmiyor. Son dönemde ‘dizinin kötü kadını belli oldu: Begüm Kütük’ diye haberler çıktı ama aslında o yanlış bir ifade çünkü Neriman kötü bir kadın değil. Neriman âşık bir kadın ve aşkta her yol mubahtır. Neriman kötülük yapan bir kadın da değil ama dönemin şartları ve sosyal değerleri düşünüldüğünde Neriman kötü bir kadın gibi algılanabilir. Bu seyircinin takdirine kalmış bir şey, ya acıyacaklar ya da sevecekler.
Bu arada Kamran’ı Burak Özçivit canlandırıyor ki bir sürü kadın senin yerinde olmak isteyecektir.
Samimi söylemek gerekirse annem de dâhil her kime ‘Burak Özçivit’ dediysem hepsinin gözü açıldı. Herkesin ortak ifadesi şu; ‘Güldüğünde çok güzel olan bir çocuk değil mi?’ Benimle pazarlık yapan, beni görme bahanesiyle sete gelip onu görmek isteyenler var. Bu teklifleri sette Burak’a da anlattım. Çok seviyorlar ve çok beğeniyorlar Burak’ı. Ben yeni tanıştım, çok tatlı ve çok iyi anlaştığım biri. İşini ciddiye alıyor, çok profesyonel. Bizim sahnelerimiz çok yakın ve benim için zor olabilecek sahnelerken, ilk set gününden itibaren çok keyifli çalışma imkânımız oldu; çünkü kendisi partnerini rahatlatan bir oyuncu.30 yaş, Çalıkuşu, sabırsız ruhlar, korkular derken konu ilişkilere geliyor. Röportaj süresince sayısız kez yaptığımız gibi ses kayıt cihazını kapatıp konuşuyoruz. Kabul, biraz da dedikodu yapıyoruz. Anlatacak çok şeyi var, sürekli Erdil’den bahsetmek istemiyor ama elinde değil; hani insan hep en yakın arkadaşını anar ya, öyle bir şey. Üstelik tuhaf bir uyumları var. Tuhaf çünkü kimsenin kimseye tahammül edemediği bugünlerde iki yapboz parçası gibi birbirlerine geçmişler. Bu durum karşısında bütün batıl inançları ayyuka çıkan bendeniz, tahtaya vurmaktan alamıyorum kendimi.
Günümüzde ilişkiler neden bir türlü yürümüyor, sorun nedir?
Bence ilişkinin sağlıklı ya da sağlıksız olacağı ilk altı ayda belli olur. O insanla ya beraber olabilirsin ya da olamazsın. Ben çevremde kız arkadaşlarıma baktığımda şunu görüyorum; insanlar biraz fazla kandırıyor kendilerini. Aslında en büyük problem bu.
Nasıl kandırıyorlar?
Derler ya; ‘Bir insanı gerçekten tanımak için onunla uzun zaman geçirmen lazım’ diye, sen aslında yirminci gün onun karakterine dair birçok şeye tanıklık edersin ama adrenalinden ve ona olan aşkından ötürü ötelersin, onun olumsuz taraflarını hiç görmezsin. Olumsuzları görmezden geldiğin zaman da ilişki alttan alarak belli bir noktaya kadar devam eder. O ilk iki ay aşkından ölürsün; her şey çok güzeldir muhteşemdir, gözlerin parlar, ufak tefek problemler vardır ama konuşulmaya değer bulunmaz ve es geçilir. Oysa altıncı ay o kusurlar göze batmaya başlar ve masaya oturup konuşmaya başladığında yirminci günde yaşanan problemler ortaya çıkar.
Sen nasıl bir ilişki içindesin eşinle?
Ben dört yıl flört ettim ve üç yıldır da evliyim. Buna rağmen eşim günde üç kere arar beni; gündüz ‘nasılsın’ diye, öğlen ‘ne yapıyorsun’ diye, akşam da eve gelirken ‘aç mısın, bir şeye ihtiyaç var mı?’ diye… Çünkü aklına gelirim. Onun hayatında çok iyi bir noktadasındır ve hayatının her anını seninle paylaşmak istiyordur. Bu bana daha samimi ve dürüst bir ilişki gibi geliyor. Ayrıca biz flört ederken de her an birbirimizden haberdardık; tatiller, sosyal ortamlar, aktiviteler, hep bir aradaydık. Bu yüzden de biz hiç büyük travmalar yaşamadık. Bir kavga edelim de on gün konuşmayalım. Erdil yarım saat içinde kıh kıh diye güler.
Sen bu hayatta hep uzun soluklu ilişkiler yaşadın. Ne istediğini çok mu iyi biliyorsun?
Onunla ilgili değil aslında… 21 yaşında Melek dizisiyle girdim sektöre. Hayat beni çok ürküttü o dönem. Küçüktüm ve gezmek, sokağa çıkıp bir bira içmek istiyordum ama ya sarhoş olursam da beni görürlerse, magazin basınına yakalanırsam diye kaygılanıyordum. Yani gençliğimde yapabileceğim bir sürü şey olmasına karşın hep olgun davranmak zorunda kaldım. Yapım dolayısıyla çok eğlenceye meraklı değildim. Olgun olduğum için de gerçekten tanıyıp hoşlandığım ve uzun soluklu götürebileceğim ilişkileri seçtim. Kendimi maceraya sürükleyip mutsuz olacağım ilişkileri seçmedim. Erdil’le sekiz yıldır birlikteyiz. En uzun ilişkisinin benimle olduğunu söylüyor. Aramızda gülüyoruz çünkü hiç sekiz yıl gibi hissetmiyoruz, sanki daha dün tanışmışız gibi…
‘Mutsuz olduğum yerde durmam ben’ demiştin bana. İnsan bazen sırf zaafları için kalmaz mı?
İlişkiden yana mutsuzluksa söz konusu olan şunu diyebilirim; o kişi hayatında ilişkiden başka hiçbir şey yapmıyordur. Sadece ilişkin kötü olsun, onun dışında keyifli bir hayatın olur ama sen her şeyi ilişkiye odaklayıp, keyif alamayınca mutsuz oluyorsan önce hayatını gözden geçirmelisin. Birçok kişi bu dönemde bunu da yapıyor.
Bu biraz kişisel gelişimle ilgili. Sen kendini nasıl geliştirdin?
Bunun için ekstra çaba harcamadım. Düşünüyorum da, 15 yaşında okumaya yolladılar beni Almanya’ya, orada bir yakınımızda kalıyordum. Bana şöyle bir sınır çizildi; evin bu odası senin, eve şu saatlerde geleceksin, hafta sonu şu saatte dışarıda bulunabilirsin, yaşın tutmadıkça kulübe gidemezsin. Ben hiç sınırlarımı ihlal etmedim. Şimdi düşünüyorum da ne kadar aptalmışım. Benim orada tüm arkadaşlarım hafta sonu camdan kaçıp diskolara gidiyordu, bense evde pizza yiyip MTV izlerdim. Çok korkardım çıkmaya başıma bir şey gelecek diye.
Hiç mi aykırı bir şey yapmadın?
15 yaşında bir sınır ihlal ettiğimi itiraf ediyorum; sigortam olmadığı için bisiklet ve roller blade’e binmem yasaktı. Gizlice roller blade almıştım. Okulda dolaba saklıyordum, çıkışta yine onunla dönüp küçük posta kutusu gibi bir şeye saklıyordum.
İlerleyen yaşlarda nasıl davrandın?
20 yaşında Londra’ya gittim, ablam orada master yapıyordu. Üniversiteyi kazanmıştım, İngilizcem gelişsin diye yolladılar beni. Orada da ablam sınırlar koymuştu. Ne aptalmışım! Londra’dasın, gençsin; deli gibi gez, toz, eğlen…
Peki, çok da genç yaşta iş hayatına atılmışsın. Ben ne yapıyorum böyle dediğin bir an olmadı mı?
22 yaşındaydım galiba Mersin’de bir gençlik kampında çekim yapıyoruz. Üstümde şalvar gibi bir kostüm, makyaj filan. Kameralar, ışıklar… Derken üç koca otobüs geldi ve içinden yaşıtım insanlar inmeye başladı gitarlarla, mayolarla. Bana ‘yazık’ diye bakıp izlemeye başladılar. O an; ‘Ben burada ne yapıyorum’ dedim, sorguladım kendimi. Şunu fark ettim; yaşıtlarım muhteşem ortamdalar, denize gittiler. Benimse güneş altında çekmem gereken on sahne var. Otele döndüğümde çok ağladım. Ben de o kampa gitmek istiyorum, neden buradayım ben diye annemi aradım. Annem de; ‘Git kızım’ dedi.Gittin mi?
Gitmedim, bu benim işim. O dönem yaşıtım arkadaşlarım üniversite sürecinde çalıştılar, acayip hayalleri vardı, çok iyi okulları kazandılar. Bana; ‘Begüm, sen oyunculukla mı devam edeceksin, ne olacak senin durumun?’ diye sorup eğlenirlerdi. Şimdi hayatlarına bakıyorum hepsinin; o kadar zor hayatları var ki. Okudukları okullara rağmen yaşam mücadelesine düştüler, ev kiralarının ne kadar yüksek olduğunu gördüler. Maaşlarının aslında ne kadar zor hak edildiğini fark ettiler. Bense 20 yaşından beri bu ülkeye vergimi ödüyorum, çalışıyorum. Onların bana yetişmesi yedi yıllarını filan aldı. O dönem üzülüyordum evet ama çalışıp kendi paramı kazanıyor olma düşüncesiyle sabah kalkıp yine sete gidiyordum. Karakterin kaderini belirler demişler.
Bu kadar sınırları aşmamak, doğru hareket etmeye çalışmak bir korkunun sonucu olmalı. Yeniye karşı bir korku mu bu?
Tabii, çok gelenekçiyimdir. Mesela bir restorana giderim, yiyeceğim bellidir. Yeni bir şey denemekten kaçınırım. Başak burcuyum ben.
Hayat zor olmuyor mu peki?
Oluyor. Hayatı ciddiye almak fena bir şey. Mesela bir buçuk yıl önce Gönülçelen zamanı sabah altıda sete gidiyorum. Öğlen üçte çıkıp Bursa’ya gidiyorum tiyatro oyunu oynamaya. Gece birde İstanbul’a dönüyorum, Erdil aç kalmasın diye yemek hazırlayıp bulaşık makinesi boşaltıyorum. Ardından sabah yine sete gidiyorum. Hem mükemmel ev kadını, hem mükemmel iş kadını olamayız. Her şeyin en iyisi olmak zorunda değilsin. 30’dan sonra bundan vazgeçmeye başladım.
Bunda kimin etkisi var?
Erdil hep beni motive etti. Şöyle bir şansım var; Erdil’in de 15 yaşından beri bu sektörde olduğunu düşünürsek o hep olgun taraftı.
-Burası çok kalabalık, bize çarpabilirler.
-Prenses misin? Herkes çarpabilir.
–Taksim’den yürüyeceğiz, bir şey olmaz mı?
-Hayır, ne olacak ki? Ben yanındayım…
Ben bilmezdim; gece çıkayım, gezip tozayım, içki içeyim filan. O hep beni motive ederdi; ‘İç, sarhoş ol, ne olacak, ben yanındayım’ derdi.
Annenler seni fanusta mı büyüttü?
Alakası yok. Annem babam dünyanın en tatlı insanları. Biz bir de İzmirliyiz. Neşelidir herkes. Ben biraz babama benziyorum o da Başak burcu ve gelenekçi bir tiptir. Konuşuyoruz onunla…
Neriman nasıl bir karakter?
– (Fısıldayarak) Adamın sevgilisi baba…
Hımmm… Tamam, peki, anladım. Var mı öyle bir sahne?
– Olabilir, bu benim mesleğim.
Hımmm…
İstanbul’a gelince bakıyor çok dinamik bir hayat var. Erdil toplantıya gidiyor, ben işe gidiyorum. ‘Kızım siz beraber kahvaltı etmiyorsunuz, öğle yemeği yemiyorsunuz, yeri geliyor akşam yemeğini bile ayrı yiyorsunuz. Bu böyle olmaz ki!’, ‘Baba işimiz var gücümüz var, biz iyiyiz böyle.’ Anlamıyor… ‘Sen bence artık bu işleri bırak’ diyor bana; ‘Eşine vakit ayır.’ Ben de; ‘Baba, o bana zaman ayırsın’ diyorum.