Yazmak… Türkiye’de ifade özgürlüğünden geriye kalanları bu yazıda tartışmayacağım ancak bu ülkede kadın gazeteci olmak ne demek, neler hissettiriyor, neler gerektiriyor sorularına bulduğum cevapları sizlerle paylaşacağım. Herhangi bir konuda fikrini açıkça savunduğu için tepki çeken kadın gazeteciler bu kez bizim haber kaynağımız oldu. Benim gözümde gazeteci olmak ülkenin objektif gözü, güçlü sesi, gündemin kalp atışı olmak demek. Bu ülkede kadın gazeteci olmak ise bunlardan çok daha fazlası demek. Farklı görüşlere sahip üç kadın gazetecinin söylediklerini aktaracağım.
Onların bir diğer ortak noktası da röportaj sırasında dahi kendilerini ifade etmek adına duydukları heyecan ve gözlerinin en derinlerinde meslekleri adına duydukları aşkın yarattığı o sonsuz pırıltı… Ece Üremez
NAZLI ILICAK
Gazeteciliği neden seçtiniz? Duygusal açıdan sizi bu mesleğe iten neydi?
Aklımda hiçbir zaman gazetecilik yapmak yoktu. Notre Dame de Sion’dan mezun olduktan sonra Lozan’da Siyasal Bilimler okudum. Siyasete ilgim vardı çünkü babam 27 Mayıs olayında bakandı ama cezaevine girdi, Yassı Ada’da yattı, yargılandı. Üniversitede kalabildim, siyaset yapabilirdim ya da diplomaside yer alabilirdim ama Kemal’le evlenince yazı yazma arzusu duydum. Önce; 27 Mayıs Yargılanıyor diye bir kitap yazdım. 27 Mayıs’ta hem rol alanlarla hem mağdurlarla konuştum. Güzel bir röportaj kitabı oldu. Bunu 1974 yılında yayınladık. O zamana kadar aradan 14 yıl geçmesine rağmen 27 Mayıs tabuydu. Ses de getirdi. Sonra; ‘Acaba köşe yazabilir miyim?’ dedim çünkü ilgi duyuyordum siyasete. Kemal de böyle bir imkân verdi ve başladım.
Yaklaşık iki ay önce gazete ile yollarınız ayrıldı. Bunun inandığınız doğruları, düşünceleri açıkça savunduğunuz için olması size neler hissettirdi? Haberi ilk aldığınız zaman neler düşündünüz?
Bir değerlendirme ve yorum farkı ortaya çıktı. 17 Aralık’a kadar idare ediyorduk kısmen çünkü ben genellikle AKP’yi destekleyen biriyim ama mesela Gezi olaylarındaki tavrını eleştirdim. Gezi bittikten sonra başka bir siyasi olay tartışılmaya başlandı o noktada da destek verdim. Böyle bir gidişat varken 17 Aralık’ta müthiş bir yolsuzluk olayı ortaya çıktı. Zaten benim son yazım 18 Aralık tarihini taşıyor, ondan sonra da ayrılmak durumunda bırakıldım çünkü anlaşıldı ki benim yolsuzluk olayına bakış açım bir yolsuzluk bağlamında oldu. ‘Yani bir paralel devlet var, darbe yapmak istiyor’ diye düşünmedim. Böyle bir fikre inanmam ve savunmam düşünülemez, inanmıyorum çünkü. Onlar da militanca bir tavır takındılar. Belirli bir ideolojiye ve inanca müthiş bir ağırlık veriyorlar. Yolsuzluktan ziyade hükümete karşı bir komplo tezi işleniyor, o bakımdan zaten benim yazmam düşünülemezdi. Onlar da bunu gördüler ve işime son verdiler.
Sizce Türkiye’de kadın gazetecilerin sesini duyurması açısından bir ilerleme oldu mu? Özgürce yazabilmek açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Erkekler özgürce yazarsa kadınlar da özgürce yazar.
Kadın gazeteciler tıpkı birer hedef tahtası gibi daha çok eleştiriye maruz kalıyor mu sizce?
Kadını eleştirirken bel altından vurmak daha kolay olabiliyor ama Türkiye’de erkek yazarlar için özgürlük var, kadınlar kısıtlanıyor fikrinde değilim. Hedef tahtası konusuna gelince, ben kendimi hedef tahtası olarak görmüyorum ama anlattığım şartlarda artık Sabah ile yollarım ayrıldı, onlar ayırdılar çünkü yayın politikası çok farklı bir düzeye geldi. Tek noktaya ateş ediyorlar ve bir anlamda gazete belirli bir fikri kabul ettirmek üzere örgütlenmiş durumda. Bütün yazarlar aynı istikamette yazı yazıyorlar, farklı bir fikir duyunca ya hiç yazmıyorlar ya da tersini yazamıyorlar. Bu durumda bana zaten tahammül edemezlerdi. Neticede bu bir ideolojik farklılaşma değil. Bir komplo teorisi olduğuna asla inanmadım, işte o noktada da bizim fikir ayrılığı ortaya çıktı.
Bu savunduklarınız, açıkladıklarınız yüzünden tepki çektiğinizde çok üstünüze gelindiğini düşündüğünüz oldu mu yoksa gazeteciliğin doğasında olan bir kaide mi bu?
Genel meslek hayatımda oldu tabii böyle tepkiler çektiğim. İnandığım bir pozisyonu alıyorum ve onu da sonuna kadar savunuyorum. Mesela 28 Şubat’ta Akşam Gazetesi’nden yine bu yüzden çıkarıldım. Fettullah Hoca’yla bir röportaja başlamıştık, konu başörtüsü meselesiydi, onları savunuyordum. Askerlerin 28 Şubat’taki siyasete müdahalesine karşıydım, bu yüzden işten çıkarıldım. Parlamento’da da aynı şey oldu, orada da laiklik karşıtı bir eylemim olduğunu söyleyemem. Bütün fikir hayatım boyunca hiçbir gün laik cumhuriyete karşı asla tavır almadım en azından bundan dolayı yargılanabilirdim ama yok, böyle bir iddia ile karşılaşmadım. Benim sarf ettiğim bir cümleyi almışlar iddianamede, ben başörtülü insanlara demişim ki; ‘Hem üniversiteye gitme hakkınız hem parlamentoya girme hakkınız bir gün gelecek gerçekleşecek. Başörtünüzle memur da olabilirsiniz.’ Nitekim de bugün oldu bu dediklerim. Bunu demek laikliğe karşı bir tavır içinde cezalandırmak demek değildir ama benim parlamentodaki görevim siyasi yasaklı olarak sona erdirildi. İki yıl milletvekilliği yapabildim. Böyle durumlarla karşılaşıyorum tabii ki ama nakavt da olmuyorum.
Bir gazeteciyi siz nasıl tarif edersiniz? Sahip olması gereken en önemli özellikler neler olmalı?
Ben araştırmacı gazeteciyim. Duyumlara hemen itibar etmem, söylenenleri kaynağından araştırmadan asla inanmam. Öğrenirim. Gazetecinin çalışkan olması lazım! Üşenmeyecek. Bana intikal eden bilgileri ben araştırırım, şüphe duyarım. Bir de yazdıklarınızı anlaşılabilecek bir dilde izah etmeniz gerekir. Bunun için de önce sizin iyice öğrenip anlamanız lazım. Bakıyorum bazıları kendi anlamadığı için olayı üstü kapalı gibi geçmiş, nereye çekeceği pek anlaşılmıyor. Ben bütün yazılarımda bir bilgiye dayanarak olayı aktarıyorum, eskiden neydi, bugüne ne yapılmak isteniyor, etraflıca anlatıyorum. Tabii ki eksik taraflarım var. Örneğin bazı gazeteciler Gezi Parkı olayları sırasında tam haberin içine gidiyor. Ben yapmıyorum onu. Gezi olaylarında kaybedilen insanlar, haksız muameleye tabi tutulanlar, hapishaneye girenler var ama ben o tarz konulara çok fazla girdiğimi söyleyemem. Ben daha yoğun siyasete giriyorum, diğer konulara çok yetişemiyorum. Bu da benim eksiğimdir.
Gazetecinin objektifliği konusunda ne düşünüyorsunuz?
Her gazetecinin bir siyasi fikri olur ve özellikle bir siyaset yazarıysanız bir fikrin olmaması olamaz. Objektif olmak şudur; doğru bilgiler üzerine yorum yapacaksınız. Doğruyu saptırırsanız, olmamış bir vakayı olmuş gibi gösterirseniz bir de üstüne yorum yaparsanız objektif değil hatta iftira atmış olursunuz. Vicdanınız rahat ve adil olacaksınız, birini karalamak ya da kurtarmak üzere düşüncelerinizi ifade etmeyeceksiniz. Ben şahsen objektif olmak adına hep ortadan konuşmaya karşıyım. Ben haber yazmıyorum ve bir kanaat önderiysem eğer fikrimi açık seçik ortaya koymak istiyorum. Ben objektif miyim? Kendime göre ben objektif davranıyorum. Daha da objektif görüneyim diye inanmasam bile bir paralel devlet var üstüne yolsuzluk da var diyemem. Ben burada hakem değilim, kanaatimi en vicdani, en doğru bildiğim şekilde ortaya koyarım. Bu meseleler komplo teorileri ile değil hukuk bağlamında çözülür. Zaten ortaya bir yolsuzluk olayı çıkmış bir de ona paralel olarak paralel devlet var iddiasını inandırıcı bulmuyorum.
Gazeteciliğin bu derece pamuk ipliğine bağlı olması sizi korkutmadı mı?
Yazarken sonrasını çok düşünmüyorum. Yazmak bir anda boşalmak, rahatlamak benim için. Kafama yatmayan bir hadise, yazıya döktüğüm zaman müthiş bir iç huzur buluyorum. Yanlış yorumlar yapmış olabilirim, hataya düşmüş olabilirim ama birine yaranmak, birinin gözüne girmek gibi bir derdim hiçbir zaman olmadı. Kendi vicdanım doğrultusunda yazdım, bunun bir adım ötesini düşünmedim. Fikirleriniz ne kadar dürüst, okurlarınızın sayısı ne kadar fazla olursa olsun yine de tehlikeli bir madde gibi görülüyorsunuz bugün. Eskiden daha fazla rekabet ortamı vardı. İyi, gözde yazarlara çok doğrudan bir müdahale yoktu. Gazete patronları daha bağımsız hareket edebiliyorlardı.
Teklif gelse tekrar bir gazetede yazmayı düşünür müsünüz?
Tabii ki düşünürüm, esas mesleğim gazetecilik benim.
Bugüne kadar içinde bulunduğunuz en zor durum ne olmuştu?
İlk başladığımda Özal bana çok baskı uyguladı. Kemal’e de ekonomik baskı uyguladı. O zamanlar epey sıkıntılı günler geçirmiştim. Benim yazmamı engellemeye gayret ettiler. Kemal’in benden boşanması için bile baskı yaptılar. Öyle zor bir dönemdi ki… Yine 28 Şubat da çok zor geçti. Akşam Gazetesi’nin sahibi olan oğlum Mehmet Ali’yle çalışmak üzere ve umutlarla gazeteye gelmiştim ben de. Sonra gazetenin dağıtımını durdurdular. Akşam’ı da Karamehmet’e satmak zorunda kaldılar. Mehmet Ali’yi yönetimden uzaklaştırdılar ve böylece benim de yazılarıma son verildi. Hem ben hem oğlum ortada kaldık. Epey zor günler yaşadık. Sonra Yeni Şafak’ta yazmaya başladım. O zamanlar çok kötüydü, doğru dürüst bir evim yoktu, yalıdan çıkmıştık, Kemal yeni vefat etmişti, dayanacak kimsem yoktu. Çok zor günler yaşandı 28 Şubat süresince.
Bütün bu politik karmaşanın içinde kendinizi güçsüz hissettiğiniz dönemler oldu mu?
Asla hissetmedim! Hatta daha az kadın gazeteci olduğu için nispeten erkeklerle kıyasla, rekabet etmek ve ön plana çıkmak daha kolay olmuş olabilir ama özellikle Türkiye’de kadınların işi erkeklere göre daha zor! En başta estetik bir beklenti var mesleğinizi yaparken, bütün bunlar kadın gazeteci olmanın dezavantajları.
AYŞENUR ARSLAN
Yaklaşık bir yıl önce Medya Mahallesi maceranız bitti. Haberi aldığınızda neler hissettiniz?
Kadın gazeteci olmak genellikle zordur. Muhalif gazeteciyseniz bu zorluk ikiye, üçe katlanır. Nazlı’nın bu konu hakkında çok hoş bir itirafı vardır; bir gün şöyle söylemişti; “Sinema oyuncuları yönetmenlerinin, kadın gazeteciler genel yayın yönetmenlerinin yatağından geçer. Bu benim için doğru çünkü ben patronla evliyim.” Patronla evlenmişseniz ya da soyadı olan bir ailenin mensubuysanız size açılan kapılarla isimsiz bir gazetecinin karşılaştığı durumlar arasında inanılmaz bir uçurum vardır. Üstelik bunun yetenekle, çok çalışmakla telafi edilemeyeceğini de yıllar içinde anlarsınız. Erkek gazetecilere göre daha az para verirler size. Erkeklere göre daha çok çalışmanız beklenir ve muadiliniz erkekler kaytarsa bile siz kaytardığınızda; ‘İşte kadın; aklı evinde, çocuğunda’ diye bir başka standart getirirler. Buna yıllar içinde ne demekse bir de ‘muhalif’ gazeteci sözünü eklediler. Ben gazeteciyim ve soru sorarım ama soru sormak dahi tehlikeli ve yasak bir hale geldi ya da soru sorduğum için ödül alır hale geldim. Medya Mahallesi tamamen bir sürprizdi benim için çünkü ekrana çıkmak gibi bir niyetim yoktu. Ancak Birand beni bir şekilde bir nedenle tam da Mirgün Cabas’la Ruşen Çakır’ın karşısına aynı saatte ekrana sürdü. ‘Nasıl olsa yapamayacak, başaramayacak, oradan sonra da gönderilir’ diye düşünüyordu herkes. Ben de bunun bir lütuf olduğunu hiç düşünmedim, zaman içinde de öyle olmadığını anladım. Köprüden önceki son çıkış gibi beni Medya Mahallesi’ne vermişlerdi ama öyle olmadı program izlendi ve bayağı tuttu ama benim içeride yaşadığım zorluklar devam etti. Yöneticiler haber kanallarında, gazetelerde gazeteciliği unutmuşlarsa veya vazgeçmişlerse, sorun yaratacak insanlardan kurtulmak istiyorlar. Medya büyük ölçüde bu hale geldiği için benden beklenen de bu oldu. O kadar tuhaf ki bana; ‘Sen çok muhalefet ediyorsun’ dediler. Ben de hep dedim ki; ‘Hayır, herkes sustuğu için benim sesim bağırıyormuşum, militanlık yapıyormuşum gibi çıkıyor.’ Aslında yapmam gerekeni yapıyorum. Bunu görmek miydi suç? Evet, öyleymiş. Medya bu değil, gazetecilik bu değil.
Yani sizce bütün bunlar planlı mıydı?
Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiğim röportaj neden gösterildi. Bana programa neden iki kişi devam ettiğimizi soruyorlar. Ben de biraz daha dengeli olsun istedikleri için diyorum. Vay efendim Akif çok üzülmüş, çok alınmış. Başıma bir parti komitesi diktiler de demiyorum ki, iki kişi olsun dediler, mecbur olduğumu söylediler ve önerilen isimleri gösterdiler. Planlı değildi belki ama benden kurtulmak için ellerinden geleni yaptı bir takım insanlar. En başta da haber genel yayın yönetmenimiz… Terlememek için her şeyi yaptı. “Bana patrondan telefon getirtme” dedi her zaman. Telefon ederse etsin patron, ne olacak? Biz artık gazeteciliği böyle mi yapmaya başladık? Artık öyle bir boyuta gelmiştik ki, ‘Biz gazetecilik yapmıyoruz ki kardeşim!’ gibi konuşuyorlardı. ‘Gazetecilikten söz edip durma! Sen yeni Türkiye’yi, yeni medyayı anlamadın mı?’ diyorlardı. Dolayısıyla da ben orada fazla oldum ve güle güle dediler. Ben Akif Beki ile program yapmam. Zaten sonun başlangıcıydı.
Siz ne düşünerek kabul etmiştiniz bu programa çıkmayı?
Çok tereddüt ettim aslında, arkadaşlarıma danıştım. Kimileri sakın yapma dedi ama önemli bir bölüm de yap hiç değilse bu medyadan birileri bir şeyler söylesin dedi. Ben de doğrusu ne para ne maaş için hakikaten sağlığım pahasına kabul ettim. Çünkü oradan sonra kendimi parasız bir şekilde medyanın dışında buldum. Yani bu durumda 6 ay önce de kalırdım ama denemek istedim.
Bir röportajınızda şöyle demişsiniz; ‘İyi ki onlar benim adıma karar aldı, ben bu sorumluluğu üstlenemezdim.’ Neden böyle söylemiştiniz?
İnsanlara karşı bu sorumluluğu alamazdım manasında söyledim! Bugün herkes, Başbakan dâhil anladı ki haksız yere yatanlar var. Tam 16 yıl önce hapse mahkûm olan bir deniz subayı mesaj çektiğine dair delille yargılandı ve mahkûm oldu. Meğer o gün o saate TRT için çekilen bir belgeselde suyun altında çekimdeymiş. E günaydın, bunu ben bir yıl önce söylemiştim. O zaman siz bana Ergenekoncu, Balyozcu, kafası kesilecek korkunç kadın muamelesi yapmıştınız.
O dönem size yazılan tweet’lerden birinde; ‘Ayşenur Arslan hayatında ilk kez işsiz kaldığına sevinmiştir’ yazıyor. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Sevinmek değil tabi ki… Ben 40 yıl boyunca şu ya da bu nedenle ‘allahaısmarladık’ deyip gittim. Hakikaten işsiz kaldım. Aylarca bir dergi sürecinde saçma sapan şeyler yaşadım. Dergi çıktı ama bildiğiniz asparagas dolu bir dergi çıktı. Oysa bana aktüalite demişlerdi. ‘Fato menopoza girdi’ diye bir haber yaptılar. Fatma Girik’ten söz ediyorlar. ‘Nereden çıkarttınız? Rapor mu buldunuz? Bunun haber değeri mi var?’ dedim. Gelen cevap şu oldu; ‘Baksana buradaki küçük çocuğu nasıl kucaklamış, menopoza girmese böyle içten kucaklar mı?’ O gün zaten istifa ettim. Yapamayacağınız yerler ve durumlar vardır, çeker gidersiniz. Artık o kadar sağlığım bozulmaya başlamıştı ki Medya Mahallesi’nde. Sevinmek değil bu yaşadığım ama biraz rahat nefes alacağım dediğim doğrudur.
Gazeteci olmaya nasıl karar verdiniz? Kaç yıl oldu?
40 yıl oldu. İtiraf edeyim çok bilinçli bir seçim değildi. İki rüyam vardı biri tıp diğeri tiyatroydu. Sonunda bir şekilde hayat beni bu yöne sürükledi. Ama şunu söylemeliyim ki bir gün bile pişman olmadım. Televizyon haberciliği, gazete haberi, haftalık, aylık dergi yazı işleri müdürlüğü, sahada muavinlik her şeyi ama her şeyi yaptım medyada ama o kadar büyük bir aşkla yaptım ki bu yıl 64’üme giriyorum işim beni hâlâ heyecanlandırıyor. Haberi koklamak, haberi aktarmak bizim işimiz bu. Tıpkı dünmüş gibi hala o heyecanım var.
Peki, Türkiye’de kadın gazeteci olmaktan mutlu musunuz?
Türkiye’de kadın olmaktan mutlu değilim bir kere. Bu ülkede kadın olmak çok zor! Bunu bilen ve yaşayan biriyim. Gerçekten inanmaz insanlar ama bir Nazlı Ilıcak, bir Canan Barlas değilseniz yani bir soyadınız, aileniz yoksa arkanızda çok zor. Güneri Civaoğlu demişti ki bana; “Kızım senin ne soyadın var, ne soyadı olan bir kocan var, senin işin çok zor.” Çok çalışırsınız tabii ama gide gide iki adım yer gidersiniz ama bir bakarsınız ki soyadı bilmem ne olan kişi on kilometre ötede mola vermiş bir de üstüne çay içiyor.
Kadın gazetecinin bir fikri savunması, arkasında durması sizce daha mı zor bu ülkede?
Evet, daha zor. Kadın olduğunuz zaman size bakışlar o kadar farklı oluyor ki. Aynı ateşle aynı fikri savunan bir erkeğin yanında siz cadı kalıyorsunuz. Benimle ilgili algı şöyle oluşmuş; “Aman Ayşenur Arslan çok serttir, çok cadıdır!” Şimdi düşünüyorum da benimle birlikte çalışan bir yığın erkek meslektaşın birbirlerinin kafalarına kaset attığını, birbirlerini tokatladığını bilirim. Ben de en fazla şöyle demişimdir; ‘Arkadaşlar şimdi bomba olup patlayacağım!’ Ama bu sözler sizi korkunç, feci ve canavar yapar. Erkeklere tanınan tolerans asla hiçbir kadına bu ülkede tanınmaz. Üstelik muadilim erkek meslektaşlar benim iki katı maaş alırken bunlar bu ülkede oluyor.
Bugüne kadar içinde bulunduğunuz en zor durum ne olmuştu?
ATV’den Star’a gittik, daha doğrusu Ali Kırca tarafından götürüldük bir ekip olarak. Hem habercilik anlamında hem de Cem Uzan ile uğraşmak ve aynı anda sorumluluklarımı yerine getirmek… Müthiş zor bir dönemdi.
Gazetecinin tarafsızlığı konusunda neler düşünüyorsunuz?
Gazetecilikte sadece tarafsız olmak değil mesele. Ben daha solda, daha sosyalist görüşe açık bir insanım ama asıl derdim insan hakları temelli bir aktivist olmak. İnsan hakkı bir kere adaletle başlar. Adalet her şeyin üstündedir ve adaletin peşinde koşmaktır benim esas hedefim. Çok kirletilmiş bir dünya. Patronlarının yanından ayrılmıyorlar. Ben tarafım, hiç de saklamadım. Bir de objektiflikten bahsediyorlar ya ne demek olduğundan şu kadarcık haberleri varsa ben neyim!
Bize iyi bir gazeteciyi nasıl tarif edersiniz? Özellikleri neler olmalı?
Gazetecilik çok heyecan vericidir, bir kere tarihe tanık oluyorsunuz. Gazetecilik bir kamu görevidir. Tarihe karşı bir sorumluluktur. Neyin ne olduğunu görebilmek ve anlatabilmektir. Olanı söylemek illa bir şeyin yanlısı olmak mıdır? Ben görmez ve söylemezsem bırak gazeteciyi, nasıl bir insanım? Medya marifetiyle iktidar herkesi kandırıyor. Medya da tembel olduğu için ya da işine gelmediği için bozmuyor, büyük ölçüde bu yalana ortaklık ediyor.
Türkiye’nin gidişatı ne yönde? Bizi nasıl bir gelecek bekliyor?
Bu sorunun cevabına Gezi’den önce çok farklı bir cevap verirdim. Artık Türkiye Gezi’deki gençler sayesinde çok güzel yerlere gidecek. Türkiye’de artık Gezi var. Bu kadar, çok uzatmaya gerek yok.
Projeniz Kanal Sokak nasıl gidiyor?
Yurt gazetesinin patronu bir televizyon kurulmasına ön ayak oldu. Tuncay Mollaveisoğlu ile iki kalas bir heves başladık. Her gün ben Medya Mahallesi’ni yapıyorum. Kaktüs Çiçeği diye bir film vardı, hayatta en sevdiğim oyunculardan Ingrid Bergman oynamıştı. Yaşına rağmen genç duygularla aşık olan bir kadını anlatıyordu, ben de bunu mesleki anlamda yaşıyorum. Kaktüs çirkin bir bitkidir, su istemez ama çiçek açar. Bizler kaktüs gibiyiz zorluklara rağmen çiçek açacağız.
Peki, bu sizi hiç korkutmadı mı? Tavsiye vermek adına bize neler söylemek istersiniz?
Will Smith’in filminde söylüyor bunu; ‘Korku bir gerçekliktir, korkmaksa bir tercih!’ Korku var elbette ama korkuya rağmen bir şey yapıp yapmamak senin tercihindir. Bu ülkede 20’lerinde gençler darağacına gönderildi. Onların hücreleri isyan etmemiş midir, korkmamış mıdır? Onlar bu yaşadıklarından korkmamışken ben işimi kaybetmekten korkarsam yazıklar olsun bana. Hesap verecek olanlar korksun. CNN Türk’te aldığımın beşte birini alıyorum şimdi ama ne yapayım yaşamımı devam ettiriyorum. Korkmuyor muyum zannediyorsunuz, rüyalarımda bazen görüyorum. Bir gidiyorum masam yok, işime son verilmiş. Ben hep siyaset konuşan, Ergenekon, Balyoz anlatan, aktivist, çatık kaşlı ve telaşlı bir kadın gibi gösteriliyorum. Aslında bu hayatta en çok sevdiğim şeylerden biri moda yarışmaları ya da kriminal diziler izlemektir. Rihanna’dan ya da Justin Timberlake’in en son kliplerinden haberdar olmaktır. Neredeyse One Direction üyelerinin adlarını bile sayabilirim. Bilimkurgu adına ne bulursam izlemeyi seviyorum.Türkiye’de bu kadar yakışıklı ve güzel oyuncuların olması ile gurur duyuyorum. Kıvanç Tatlıtuğ Kelebeğin Rüyası’nda muhteşemdi. Bu iktidarın her şeyine muhalifim çünkü onlar hayattan zevk almayı günah, ayıp diye addediyor. El ele olmak bile ayıp! Kendilerine göre kurdukları dünyadaki yaşamı bize de dayatmak istiyorlar. Ben Ferit Şahenk gibi yaşamıyorum. Haftanın dört günü Milano’da kalıp sonra gelip Başbakan’a selam çakıp yola devam etmekle olmuyor bu işler. Sokakta el ele, kol kola, dudak dudağa gençleri görünce gülümserken buluyorum kendimi.
BANU GÜVEN
Gazeteciliğe nasıl başladınız?
Küçükken Can Akbel’in sunduğu Güne Bakış’ı hiç sıkılmadan, sonuna kadar merakla izlerdim. Eve Abdi İpekçi’nin Milliyet’i girerdi. Ortaokula başladığım yıl darbe oldu. O dönemin antidemokratik uygulamalarını kayda geçirdim. Liseden mezun olur olmaz kendimi okulun karşısındaki Cumhuriyet Gazetesi binasına attım. O çatı altında, iki dilde yayınlanan bir dergide çalışmaya başladım. Sanırım beni gazeteciliğe iten başlıca etken haksızlıklara tahammülsüzlüğümdür. Böyle durumlarla ilgili farkındalık yaratma, sorgulatma ihtiyacımdır.
14 yıl boyunca çalıştığınız NTV ile yaşadığınız yol ayrımı süresince neler hissettiniz?
Benim gönderilmem, kanalı bekleyen değişimin en görünür habercisi oldu. Bunu başka arkadaşların da ilişiğinin kesilmesi izledi. Evet, 14 yıl az değil, insan sürekli aynı yerde çalışacak diye bir kural da yok ama gerekçe politik olduğunda işler değişir. Çok kızdım elbette. ‘Yıllarca hep beraber emek vererek yarattığımız çok güzel bir değere yazık oluyor. Korkudan kendi çocuklarını yiyorlar’ diye düşündüm.
Sizin yaşadığınıza benzer durumlar başka birçok kadın gazetecinin de başına geldi. Sizce ana akım medya nereye doğru yön değiştiriyor?
Ana akım medya yelkenini şişiren rüzgâr nereden eserse o istikamete doğru değiştiriyor. Sadece köşe yazarları ya da ekranda görünenler değil, gerçekten habercilikten vazgeçmeyenler ayıklandı zaman içinde. Geçenlerde Zaman Gazetesi bile ’28 Şubat’tan beter!’ manşetiyle çıktı. Hükümet yanlısı medya da cemaate özellikle yargı konularında daha önce kulak tıkadığı argümanlarla saldırıyor. Bazı ana akım medya kuruluşları ise kargaşadan istifade daha eleştirel yayınlar yapmaya başladılar. Gazeteciliğin bu derece pamuk ipliğine bağlı olması mesleğinizi yaparken korkutmadı mı sizi?
Gazeteciler Türkiye’de her zaman basın ve ceza kanunlarının ya da iktidar odaklarının nefesini enselerinde hissetmişlerdir ama son zamanlarda durum iyice kötüleşti. İşinden edilen gazetecilerin de cezaevine girenlerin de sayısı arttı ama gazetecilik hakikat işidir. Bazı şeyleri göze alabilenler var, alamayanlar var.
Türkiye’de kadın gazeteci olmak sizin için ne anlam ifade ediyor?
Kadın gazeteciler cinsiyetçi söylemlerle değersizleştirilmek isteniyor. Erkek gazeteciler size çamur atacaksa ‘ekran güzeli’ gibi sıfatlar kullanıyorlar. Daha geçenlerde en hafifinden ‘şapşal’ diyebileceğim bir internet sitesinde benim için ‘ekranların en havalı spikeriydi’ ifadesini kullanmışlar. Yaptığım işi kadınlığım üzerinden küçümsemeye çalışıyorlar. Sağ olsunlar çok güzel bir fotoğrafımı koymuşlar ama.
Fikirlerinizi açıkça söylemekten hiç korkmadınız. Peki, yaşadıklarınızdan ötürü hiç çok üstünüze gelindiğini düşündünüz mü?
Sadece bana özgü bir durum olmadığı için buna şaşırdığım söylenemez. Kaldı ki bu memlekette daha çok ciddi bedeller ödemiş meslektaşlarımız ya da akademisyenlerimiz var. Daha çok çalıştığım bazı kurumlarda yalnızlık duygusu yaşadım. Çalıştığım eski kurum değişirken hak haberciliği yaptığım için benimle alay eden de oldu.
Bugüne kadar içinde bulunduğunuz en zor durum ne olmuştu?
Leyla Zana’ya yayınımızın iptal olduğunu söylemek zorunda kaldığım zaman çok zorlanmıştım. Sansür engelini geçememiştim ve açıkçası çok mahcup olmuştum. •