Aşkı yaşayış şeklimiz her yaşta tecrübelerin de ışığında farklılıklar gösteriyor. İlk aşkınızı yaşarken nasıl biri olduğunuzu hatırlayın, şuan var olan kişiyle aynı kişi mi? Pek olası değil, öyle değil mi? Sonuçta ilkokul aşkınızın saçınızı çekerek size ilgi göstermesi durumu 30’lu yaşlarınızdaki flörtlerinizde de geçerli olsaydı bu korkunç olurdu.
Yıllar geçtikçe aşk bizi nasıl değiştiriyor? 20’li yaşlarda aşkı nasıl yaşıyoruz? 20’lerin sonlarında veya 30’lu yaşlarda aşk bize neleri öğretmiş oluyor? İşte tüm bu soruların yanıtları.
20’li yaşlarda aşk
20’li yaşlar sonsuz bir merak duygusunu da beraberinde getirir. Hayattaki kimliğinizi sorguladığınız, farklı yönlerinizi tanıdığınız, hayallerinizi belirlediğiniz, müthiş bir deneme arzusuyla cesur adımlar atabildiğiniz bu yaşlardan aşk da nasibini alır.
Yalnız kalma korkusu hakimdir.
20’li yaşlarda hızlı bir şekilde bir buluşmadan diğerine koşabiliriz. Potansiyel adaylar sosyal aktivitelerle değerlendirme süzgecimizden geçer. Özellikle sinemalar ve konserler biricik dostumuzdur. Hemen herkesin sevgilisi vardır ve bizim de bir sevgili edinmemiz gerektiğine olan inancımız yüksektir. Saatlerce mesajlaşıp sabahlara kadar telefonda konuştuğumuz özel biri olması hoşumuza gider. Yalnız kalmak korkunç bir fikir gibi gelir, bu yüzden de biten ilişkilerin ardından hemen bir yenisi gelir.
Özellikle 20’lerin başlarındayken ilişkinin daha ilk ayında o kişiyle bütün bir ömrü birlikte geçirirken hayal ederiz kendimizi. Evliliğe oldukça sıcak bakarız bu dönemlerde. Kendi masalımızdaki “sonsuza kadar mutlu yaşadılar” finaline nihayet geldiğimizi düşünürüz. Oysa yaş henüz 35, yani yolun yarısı bile değildir!
Aşk, arkadaşlıktan önemlidir.
20’lerin başlarında aşk, arkadaşlardan çok daha önce gelir. Bir şey yaşadığımızda ilk aradığımız kişi sevgilimizdir, desteği en çok onda ararız. Bu uğurda bazı arkadaşlıkları heba bile edebiliriz. İlgisiz bıraktığımız dostlarla anlamsız tartışmalara girerek onları hayatımızdan çıkarabiliriz. Elbette onların kıymetini, sevgilimiz hayatımızdan çıkınca anlarız.
Fiziksel çekicilik önceliklidir.
20’li yaşların başlarında ilişki yaşayacağımız kişinin yanımıza yakışması ve yıllardır izlediğimiz o romantik komedi çiftlerindeki kusursuz uyumu yakalamamız önceliklerimiz arasındadır. Biraz daha “şekilci” yaklaşımla bakarız ilişkilere. Bu yaklaşım yanlış veya doğru değildir. Henüz hayata dair beklentilerimiz çok da gerçekçi olmadığı için estetik ve güzel olan her şeye çekilmemiz aslında tamamen doğaldır.
Sevginin her şeyi değiştirebileceğine inanılır.
Hiçbir ortak yönümüz olmayan biri için değişmeyi deneriz. “Onu seviyor arzuluyorum; o zaman bunu yapmamı istemiyorsa değişebilirim” gibi bir mantıkla olmadığımız insan olmaya çalışırız. Sadece terk edilmemek için aslında istemediğimiz şeylere tamam derken, bir şeyleri tolere ederken buluruz kendimizi. Kendi fikirlerimizi söylemekten çekinir, onun istediği kişi olmaya çalışırız. Onun zihniyle düşünür, duymak istediklerini söyleriz.
Değişmek kadar değiştirmeye de çalışırız. Sadakatsiz birini sevgimizle ehlileştirebileceğimize inanırız. “Çünkü sevgi her şeyi iyileştirir” deriz. Zamana bırakmak mantıklı gelir. Bir süre sonra bir şeylerin düzeleceğine inanırız. Birini olduğu gibi kabul etmek imkansız bir olasılıktır. Ekranlarda izlediğimiz şey sevgilisi için değişen müthiş romantik insanlardır ve o filmler yalan söylüyor olamaz. Sahi olamaz mı?
20’lerin sonlarında ve 30’lu yaşlarda aşk
20’li yaşların sonlarında ve 30’lu yaşlarda, geçmiş kendinize baktığınızda onu neredeyse tanıyamazsınız. Kendinizden ne kadar çok ödün verdiğinizi fark eder ve bazı şeylerin eskisi gibi olmayışından keyif duyarsınız. Ulaştığınız bu duygusal olgunluk için sık sık kendinizle gurur duyarsınız.
Yalnızlıkla ateşkes imzalanır.
Yıllarca korktuğumuz yalnızlık, bu yaşlarda tam anlamıyla bir ihtiyaca dönüşür. Herkesten önce kendimizi sevmeye başlarız, ihtiyaçları giderilmesi gereken ilk kişi kendimiz olur. Bu nedenle de flört sayıları azalır. Birkaç senelik yalnızlıklar yaşamak artık kulağa korkunç gelmez. Aksine bu süreçte diğer hedeflere odaklanılır.
Birini değiştirme ya da biri için değişme çabası artık bu yaşlarda tarihe karışır. Olduğu gibi sevebileceğimiz ve bizi de var olan halimizle sevecek biri olmadığı sürece yalnız olmak çok daha iyi bir fikirdir.
Sorumluluklar öncelik alır.
Bu yaşlar, bireysel hayalleri gerçekleştirmek için oldukça değerlidir. Bu nedenle de asıl önceliğimiz sorumluluklarımız olur. Daha iyi bir kariyer, daha iyi bir kazanç, statü oluşturmak evlilik fikrinden çok daha önemlidir.
Evlilik fikrine sıcak olduğumuzda ve hayatımızı birleştirebileceğimiz sağlıklı bir ilişki yaşadığımızda bile evlilik gözümüze “şart” görünmez ve ertelenebilir bir imzadan ibaret gelir. Çünkü aslında önemli olan içinde sevgi, saygı, tutku ve güven barındıran bir ilişki yaşamaktır.
“Bir ilişkide ne istiyor ve ne istemiyorum? “
Bu zamana kadarki tüm yaşanmışlıklar aslında bir ilişkide ne istediğimizi ve nelere katlanamadığımızı bize öğretir. Sert çizgilerimiz olmadığı sürece bu farkındalıklar güvenli alan oluşturur. Böylece ilişki içerisinde uyarı sinyalleri veren bazı durumları tolere etmemiz gerekmediğini biliriz. 20’li yaşların sonunda ve 30’lu yaşlarda gitmek çok daha kolaydır. Değerimizi ve varlığımızı bir başkasına bağlamadığımız için istemediğimiz ilişkileri kolayca sonlandırabiliriz.
Dostların yerini kimse tutamaz.
Aşkların gelip geçici olabileceğini ve bu nedenle hiçbir dosta sevgilimiz uğruna kendisini değersiz hissettirmememiz gerektiğini fark etmişizdir. Çünkü her ne olursa olsun biten ilişkilerin ardından bize kucak açan kişi yine arkadaşlarımızdır.