Başrolde Algı Eke var. Onun filme adaptasyon süreci nasıl oldu?
Aslında aklımda başka biri vardı; bunu Algı da biliyor zaten. Benim her şeyi önceden bitirmek gibi bir takıntım var. Yıllar önce, senaryonun ilk versiyonunu okuttuğum bir oyuncu vardı ve onun başrol olmasını istiyordum. Çekime az bir zaman kala o oyuncu, dizisinden dolayı dâhil olamadı. Ve tekrar başrol aramaya başladık. Sonra bizim dünyamızla ilişkisi olmayan bir arkadaşım, “Galip Derviş dizisini izledin mi? Orada oynayan Algı Eke çok iyi bir oyuncu bence” dedi. Ben de öyle düşündüm, çünkü komedi oyuncuları bedenlerini çok daha dramatik kullanabiliyorlar. Açıkça söylemeliyim ki Algı; o bildiğimiz, birlikte kahve içmeye bile tenezzül etmeyen egosantrik oyunculardan çok farklıydı. O sıralar başka bir film çekimi vardı. Oradan çıkıp birkaç saat uyuduktan sonra bizim setimize geliyordu. Çok çalışkan bir oyuncu.
Bu hikâyede temel anlatıcılar arasında mekânlar da yer alıyor. Mekân algılarını oluştururken neleri ön plana çıkarmak istediniz?
Öncelikle mekânları seçerken ilk düşündüğüm şey, sürekli inşaat hâlinde olan ve bir türlü bitirilemeyen bir kenti arka fona almaktı. Bir kafeye gidiyorsun ama hep inşaat sesi var. Eve gidiyorsun, dışarıdan inşaat sesi geliyor. Arka fonda, sürekli bitmeyen bir şehir olsun istedim. En sevdiğim mekân da filmin çözüldüğü yer, Vefa Mahallesi oldu.
Berlin Film Festivali, film ve sizin açınızdan oldukça başarılı geçmiş…
Gerçekten hayal bile edemeyeceğimiz bir tecrübeydi. Özel bölümde yer aldığımız için ayrı bir basın gösterimi yapıldı. Filmi fazlasıyla ön plana çıkardılar. Beş gösterimimiz vardı ve hepsi de doluydu. 5.500 – 6.000 arası seyirciye ulaştığımızı tahmin ediyorum. Bu müthiş bir şey!
Bir de Amerika’da South by Southwest (SXSW) maceranız var…
Orada, Game Changer Ödülü’nü aldık. Kadın sinemacıları teşvik ödülü gibi düşünebiliriz bunu. Öne çıkan bir kadın sinemacıyı belgesel ve kurmaca film alanında destekliyorlar.