Romanınızın kahramanı Kat gibi, siz de dünyanın en prestijli moda okullarından birinden mezunsunuz. Bize moda dünyasındaki maceranızı anlatır mısınız?
Kariyerimin ilk sekiz yılında Milano’da önce Moschino’da, ardından da Giorgio Armani’de çalıştım. Bu modaevlerinde hem defile koleksiyonları tasarladım hem de aralarında Heidi Klum, Lucy Liu, Beyoncé ve Britney Spears gibi isimlerin olduğu ünlüleri giydirdim. Tasarımlarımdan biri “Sex & The City” dizisinin kahramanı Carrie Bradshaw tarafından giyilerek televizyon ekranlarında boy gösterdi. Ardından Amerika’ya taşındım. Şimdi New York’ta yaşıyorum, üç farklı okulda moda dersleri veriyorum, bazı moda dergilerine yazıyorum ve ikinci romanım üzerinde çalışıyorum.
Herkes, “Şeytan Marka Giyer”’in moda dünyasını edebiyatla tanıştıran kitap olduğunda hemfikir ve çoğu kişi sizin kitabınızı onunla kıyaslıyor. Ama aslında “Moda ve Spagetti” modanın daha derin bir köşesinden, her şeyin başladığı yerden geliyor. İçeriden bir göz olarak, moda dünyası hakkında yazmak zor muydu?
“Şeytan Marka Giyer” özünde bir moda dergisi öyküsüyken “Moda ve Spagetti” tasarım stüdyolarının ve atölyelerinin kalbine, şeytanın inine giriyor. Eğer hâlâ moda endüstrisinde tam zamanlı bir çalışan olsaydım bu kitabı yazamazdım. Sanırım deliliği görmek için belirli bir uzaklıktan bakmak gerekiyor! Sistemin derinine inmişken size normal gelen şeyler, dışarıya çıktığınızda kafa karıştırıcı şeylere dönüşebiliyor. Bazı tasarımcılar hâlâ romandaki karakterlerin kendilerinden esinlenip esinlenmediğini düşünüyorlar, özellikle de sevgili Edward’ın. Ve ben hepsine evet diyorum! Çünkü büyük ihtimalle bu doğru. Tasarım dünyası kitabı çok iyi karşıladı ve buna müteşekkirim. Günbegün görüp deneyimledikleri ama dışa vuramadıkları şeyleri birinin dile getirmesinden memnunlar. Kitapta tarif edilen bazı durumların kendilerini utandırdığını ama bir yandan da çok güldürdüğünü söylediler.