Eskiden insanlar, onlara empoze edilen kıyafetleri giyiyorlardı; şimdi ise daha kişisel hareket ediyorlar…
Evet, artık daha özgürler. 1960’larda o dönemin eteği ve botunu giymeyen ayıplanırdı büyük ihtimalle. Çok egemen akımlar bunlar. O dönemlerin her şeyi öyleydi. Müzik ve filmlerde bile. 2000’lerde dijital çağa girildiği için her şey açık.
Bir yandan da karaktersizleşmeye de başladık.
Her şeyin öteki tarafı var aslında. Bir yandan özgürken bir yandan kopyacı da diyebilirsin.
Bunu nasıl tadında bırakabiliriz peki?
Tasarımda zaten bu belli. Kopyalamak ve esinlenmek arasında çok ince bir çizgi var. Kendinden bir şey katmak ve yorumlamak, hazmederek tekrar sunmak ile alakalı her şey. Bilgiyi direk almak başka, yorumlayıp yansıtmak başka. Artık birçok şeyi görüyoruz. Özgünlük önemli olan.
Özgünlük aslında içten gelen bir dürtü. Bazıları ise bu dürtüye sahip olmadığı için yine kopyalamış gibi duruyor. Bu sınır nasıl çizilir?
Bu, kişide ya var ya yok aslında. Sezon trend’lerini görüp uygulamak dışında, denemek ve açık olmak gerek. Risk almak, o kanalları açmak lazım. Yaşadığın toplumla da çok alakalı. Londra’da sokakta kimse kimseye bakmaz iken burada çok deneysel stiller çıkmıyor ortaya. Başka bir kültür yatıyor burada. Türk stilini tanımlayan belirgin hatlar yok. Zaman içerisinde oturacağını düşünüyorum. Artık çok daha fazla bilgiye ve kaynağa sahibiz. Göre göre o açık görüşlülük sağlanabilir. Bakmak, görmek, ilham almak ve bunları aynı potada eritmek gerek.