Şu sıralar nereye baksanız onu mu görüyorsunuz? Evet, Hazal Subaşı şu an her yerde! Primetime’da, dijitalde ve tiyatroda… Kısacası Hazal’la henüz tanışmayanınız varsa bile şu sıralar mutlaka karşınıza çıkacak: Onu izliyor, onu konuşuyor olacağız!
İlk ve son, Sahipsizler ve Aydınlıkevler… Üç farklı projede yer alıyor Hazal Subaşı, temposu yoğun. Her şeyi, aynı anda yapmaya çalıştığını söylerken oldukça mutlu: “Olunca her şey bir anda oluyor sanki.” Aslen İzmirli Hazal, İstanbul’a geldiğinde şehrin onu hızlandırdığını söylüyor. Söylemi, çalışma temposuna da yansımış: Dijitalde, ana akım medyada ve tiyatroda şu an onu izliyoruz. Kısacası Hazal’la henüz tanışmayanınız varsa bile şu sıralar mutlaka karşınıza çıkacak: Onu izliyor, onu konuşuyor olacağız…
Bu serüvene nasıl atıldığına gelince, aslında kamera arkasında olacağını düşünüyormuş. Dizi, film ve yarışma çok izlermiş ve Youtube’da takılmaya bayılırmış. Bu alana düşkünlüğü onu reklamcılık okumaya itmiş. Sektörden birilerini tanıyabilmek için staj yapacağı yerin de öneminin farkında olarak yolunun İstanbul’a düşmesiyle hikayesi başlamış. İstanbul: Üzerine nice hikayeler yazılan, imparatorluklara başkent olmuş şehir. Hani derler ya “Taşı toprağı altın” diye gerçekten de öyle, büyüleyici bir yanı var. Hazal da hayallerini gerçekleştirmek için 20 yaşında İstanbul’a gelenlerden. Aileni geride bırakıp başka bir şehirde yaşamak zordur; şehri öğrenme ve adapte olma süreci derken hayallerine ulaşmak oldukça zor olabilir ama Hazal bunu başarmış. İyi ki de yolu buralara düşmüş, ekrana çok yakışıyor.
Hazal’ın bir abisi var. Araları oldukça iyi. Beraber büyümelerinin yanı sıra kolay anlaşabilen yapıları sayesinde aralarından su sızmıyor. Abisiyle fikir alış-verişi yaptığını söylerken en çok komik bir şey olduğunda birbirleriyle paylaştıklarını vurguluyor. Sahipsizler dizisinde altı kardeşin büyük ablası Azize rolünde ve orada da destek aldığı bir Cemo karakteri var. Dizi biraz daha dram yönü ağır basan hikayelere yer verse de söz konusu destekleşmek olduğunda rolünün hakkını verirken abisiyle olan ilişkisinden ilham alıyor.
Aile kavramı kişiden kişiye değişilik gösterebiliyor ama bence, en basit haliyle mutlu ve huzurlu bir ortamda sağlıklı ilişkiler yaşayabilmek tüm tanımlardan önce geliyor. Aslında aile olmak değil, aile olarak kalabilmek önemli. Toplum olarak aile olmayı becerebiliyoruz ama aile olarak kalabiliyor muyuz işte bundan pek emin değilim.
Aile içi şiddetin arttığı bir gündemde Hazal Şubaşı’nın fikrini merak ediyorum. “Aile içi sevgi, kurulan bağlar en başında korunması gereken unsurlar. Günbegün sevginin azaldığını, şiddetin arttığını ve bu durumla başa çıkamadığımızı görüyorum. Hissettiğim şey içimi sıkıştırıyor. Aile içinde başlayan eğitime önem vermeli, ilk olarak sevmeyi hatırlamalıyız. Tüm bu sevgisiz koşullardan dolayı ve işlenen suçların cezasız kalması sebebiyle inanılmaz bir döneme şahitlik ettiğimizi düşünüyorum. Bir şeylerin yapılmasını ve değişmesini umuyorum. Ülke olarak mutsuz bir hale geldik, ilk işlenen suçun cezasız kalması cesaret verici, problemler de git gide artıyor. Umarım gerekli önlemler alınır ve şiddet dolu günler son bulur… Umudumu kaybetmiyorum; ama endişeliyim.”
Rol aldığı İlk ve Son‘daysa bir repliği var: “Severek öldürüyorsun” diyor karşısındaki partnerine. Dizide işin ruhsal boyutuna atıfta bulunulsa da günümüzde birçok kadın “sevme” eylemi altında öldürülüyor. Kadın cinayetleri her geçen gün artıyor. Hazal’ın konuşmamızın başında da söylediği gibi suçların cezasız kalmaması gerekiyor.
“Sevgi kavramıyla ilgili ortada ciddi bir sıkıntı var” diye söze giriyor Hazal ve devam ediyor: “Sevgi; hafif ve rahat hissettiren, iki tarafın da birbirlerine karşılıklı olarak, konforlu bir alan sunduğu, birbirlerini kırmadan sadece sevgi diliyle konuştukları bir duygu olmalı. Sıkıntıların geride kalacağını bilerek hareket etmeli insanlar. Birini gerçekten seviyorsan, yaşanan problemleri aşmanın bin bir türlü yolu var. Bu binlerce seçenek arasından gidip en kötüsünü seçerek çözüm aramak kişinin kendi çarpık psikolojisiyle alakalı. İşin bir de eğitimsizlik boyutu var…”
Hazal Subaşı, sosyal medyaya bu konuda teşekkür ederken biraz da eleştiri yapıyor: “Sosyal medya sayesinde iletişim hızlandı, her konudan hemen haberimiz oluyor ama asıl konuşmamız gerekenleri hala tam olarak konuşmuyoruz. Her gün kötü şeyler duyuyor oluşumuz olayları normalleştirmemeli. Özellikle kadınların, çocukların, hayvanların, tüm canlıların kendilerini güvende hissetmediği yıllardayız. Önlemini alamadığımız için bazen bir distopyada yaşıyor gibiyiz. Bunu normalleştirmemeliyiz. Göz önünde olan kişiler olarak elimizden geldiğince destek olmalıyız.”
“Yoğunlukta birine vakit ayırmak gerçekten çok değerli”
Söz sevgiye, aşka gelince Oğuzhan Koç’la olan ilişkisini sormadan geçemiyorum. Üç farklı projede yer aldığından bahsetmiştim Hazal’ın günümüzde oyuncuların tek bir projeyle bile kendine dahi vakit ayıramadığını düşününce Oğuzhan’la ilişkisinin nasıl başladığını, nasıl devam ettiğini merak ediyorum. Bakın Hazal Subaşı yeni ilişkisini nasıl anlatıyor: “Bütün arkadaşlarım bu kadar fazla şey yapıyorken nasıl bir ilişkiye başlayıp sürdürebiliyorsun diyor. İlk aylar birbirini yakından tanımak istiyorsun. İkimizin de iş takvimi yoğun o yüzden yavaş ama güzel ilerliyoruz. Yoğunlukta birine vakit ayırmak gerçekten çok değerli, birlikte geçirilen vakti kaliteli kılıyor. Her şey çok güzel gidiyor. Çok az görüşebildiğimiz o zor dönemi atlattık.”
Bu sıralar loop’a aldığı şarkıysa What was I made for. Şarkıya olan takıntısı İlk ve Son’daki Nilüfer karakterine çalışırken başlamış. Son dönemdeyse her an bu şarkıyı dinler olmuş. Barbie’nin soundtrack’iydi favori şarkısı Hazal Subaşı’nın. Stereotipleştirme denince akla ilk şeylerden biri Barbie bebeklerdi yıllarca, hatta marka en sonunda değişime giderek bebeklerini birbirinden farklılaştırdı. Şimdilerdeyse Substance filmi beden algısı konusunu irdelemesiyle ön planda. Kadınlar olarak başımız bu “algı” belasıyla dertte. Her şey de olduğu gibi burada da baskı altındayız.
Hazal’ın geçmişinde bir güzellik yarışması var: “Lisede başlayan bir meraktı. Hepimiz izlerdik ama çok ciddiye almazdık. Kampa girince olaylar ciddileşti” diyerek geçmişe bir yolculuk yapıyor. Dereceli bir güzel kendisi. Buna rağmen ilk işlerinden birinde, dizinin yönetmeni ona “burnunu yaptır” gibi bir tavsiyede bulunmuş. “Erkek oyunculara dış görünüşleriyle alakalı tavsiyelerde bulunulduğuna şahit olmadım.” Seçtiği meslek de beden algısı tartışmalarının en cafcaflı olduğu alanlardan biri. “Bu aslında sadece bizim sektöre özgü bir tartışma değil. Herkesin uğradığı bir mobbing. Bizim sektörden ayrışmayan bir konu olsa da kişisel olarak da herkes bu mobbing’e uğruyor. Bedensel konuları her şeyin önüne koyuyoruz, önem sıralamamızı doğru şekilde yapmalıyız. Birbirimizin yanlış yerleriyle ilgileniyoruz.”
“Kadınlar olarak kendimizle kavgamız ne?” sorusu aklımdan geçiyor, soruyorum. Hızlıca cevaplıyor sorumu: “Tüketim kültürü estetik konusunda da karşımıza çıkıyor; ama bu işlemler illaki sevmeyerek yaptığımız bir şey anlamına da gelmiyor. Kişi yaptırımla değil, kendini ve bedenini nasıl görmek isterse öyle var olmalı. Aynaya baktığında, yansımasından mutlu olmak için önce iç huzurunu korumalı, çok isterse de gerekli işlemleri kendi isteğiyle yaptırabilir. Estetik kaygı yaşamadan, sadece mutlu hissetmek için ne istiyorsa kendi karar verebilir. Bu her konu için geçerli. Baskı altında yapılan bir şey, ‘Hep daha iyisi olma’ çabası bizi kavgaya itiyor olabilir.”
Boğa burcu kadını Hazal. Gezmeyi, güzel şeyler yemeyi seviyor. Yaptığı seyahatlere de bu durum yansıyormuş. Yeni yerler görmeyi seviyor ama en çok bu yerlerde, yeni lezzetler deneyimlemekten hoşlanıyor. Boğa burcuyla özdeşleşen inatçı olma hali onda da varmış ama kendini törpülemiş. Kendini tiye alarak şu cevabı veriyor: “İnatçı biriyim ama eskiden daha çok inatlaşıyordum. Haklılığıma çok inanıyordum. Zamanla biraz azaldı bu durum çünkü çok inatlaşıp haksız çıktığım zamanlar oldu.”
Aralık sayısı olunca geleceğe dair umutlardan bahsetmek adettendir. “Gelecekten umutlu musun?” diye soruveriyorum. “Kendi hayatımda çok çok iyi bir yıl geçirdim. 2025 de öyle olacak bence. Kaygılı biriydim, şu an ‘aa tamam işler yoluna girdi’ modundayım. 29 yaşındayım ve kendimi daha iyi tanımaya başladım. Şu an kafam daha az karışık, eskiden çok karışıktı. Hayatımın mutlu ve huzurlu bir dönemindeyim. Geleceğime dair umutluyum. Kendimi olgunlaşmış hissediyorum. Kendimi tanıyorum.” 2025’ten beklentisi konusunda oldukça emin: “2025 benden bir şey alsın istemiyorum, daha fazlası olabiliyorsa da neden olmasın!” Tam bir hediye insanıymış meğer Hazal. Hediyeleşmeye bayılıyor. En çok bir başkasına hediye almaktan hoşlanıyor.