Bize göre her şeye sahipti… Güzellik, şöhret, kariyer ve ışıltılı bir yaşam. Ancak tüm bunları bir kenara iterek, oğlu ve köpekleriyle iki yıl süren bir inziva dönemi yaşadı. Mesleğini bıraktığı söylendi, ağır bir depresyon geçirdiği fısıldandı ama o hiçbirini umursamadı. Zira sade bir hayat kurmak istiyordu. Dönüşü ise yeni başlayanlar için vahşi batı adlı ‘komedi’ filmiyle oldu. Üstelik âşıktı… 18 yıllık çok yakın arkadaşı Sean Penn’e…
Hollywood’un o çok sevdiği ‘ışıltılı sarışın’ imajına yeri geldiğinde burun kıvıranlar olsa da, takdir edersiniz ki çok güzel bir kadın. Dahası bugüne kadar ona inanan hiçbir yönetmenin yüzünü kara çıkarmış değil. Buna son günlerde bir de; Charlize’in âşık bir kadın olarak portresi eklendi… Kendisini yıllar içinde hep uzun soluklu, müstesna ilişkiler yaşarken izledik ama içten içe de; ‘Ona sanki daha başka biri gerek’ demekten de kendimizi alamadık. ‘Sean Penn’ adı fısıldandığında, belki de bu yüzden şaşkınlığımıza engel olamadık. Cazibe sınırlarını zorlayan bir çift oldukları malum… Ancak bu işin magazinsel boyutu. Zira şanslı başlangıçlar her zaman göründüğü kadar kolay gerçekleşmiyor! En azından Charlize böyle olduğunu söylüyor. Nedenini de birazdan öğreneceksiniz!
VAZGEÇTİĞİN ANDA KARŞILAŞIRSIN!
Charlize Theron’ın ergenlik çağında yaşadığı trajediyi artık hepimiz biliyoruz. Alkolik bir baba ve yaşadıkları şiddet karşısında kendini ve kızını korumak için eşini vurmak zorunda kalan bir anne… Bunun; altı yaşında bale yapmaya başlayan, piyano çalan, resim dersleri alan, yaşadıkları çiftlik evini ise ‘cennetim’ diye tanımlayan zarif ve hassas bir genç kız için ciddi bir travmaya neden olduğu bir gerçek. O günden sonra ‘unutmak için’ kendini tamamen baleye adıyor Theron. Ancak dizinde meydana gelen bir sakatlık sığındığı yegâne tutkusunu da alıp götürüyor. Uzun boylu, ince yapılı ve zarif… Yakınlarının da desteğiyle Johannesburg’da düzenlenen bir modellik yarışmasına katılıyor ve kazanıyor. Bir süre sonra da kader onu Güney Afrika’dan koparıp Paris’e, Londra’ya ve Milano’ya yönlendiriyor. “Ülkem hep evim olarak kalacaktı ama aramıza yıllar ve mesafeler girecekti” diyor şöhret olduktan sonra verdiği birçok röportajda. Hatta şöyle ekliyor; “Paramparça olmuştum. Modellik sayesinde en azından dünyayı görmüş olurum diye düşünüyordum. Yalnız, ürkek, korku dolu birçok gece geçirdim. Modellik o mesleği isteyen biri için harika ama benim baleden sonra içimdekileri akıtabileceğim, sığınabileceğim bir başka tutkuya ihtiyacım vardı.” 1994 yılında da elinde sadece eski püskü bir valiz, cebinde de 400 dolarla Hollywood’a gidiyor. 18 yaşında ama yolunu kaybetmiş değil. Bilakis hedefine doğru ilerliyor, oyuncu olmak istiyor. Ancak rekabetin çok yoğun yaşandığı bir sektörde değil sivrilmek, küçük de olsa bir rol elde edebilmek dahi çok zor. Dersler alıyor. Kapıları aşındırıyor; kendini tanıtmak, anlatmak istiyor ama kendi tabiriyle ‘onu binlercesine rastladıkları sıradan, sarışın ve başarısız bir model olarak görmeyi’ tercih ediyor yapımcılar. Bir gün yaşadıklarının neden olduğu bir sinir buhranıyla banka memuruyla kavga ederken orada bulunan menajer John Crosby’nin dikkatini çekiyor. Crosby; “Öfkeyle daha da güzelleşmişti. Sesi banka şubesinin içinde yankılanıyordu. Derken durdu, içini çekti ve özür diledi. Adeta bir film karesiydi bu. Bana da parlar mı diye düşünmeden yaklaşıp ona kartvizitimi verdim” diyor o günleri anarken. Bu olaydan kısa bir süre sonra Charlize, kartta yazan numarayı arıyor ve her şey işte bu şekilde başlamış oluyor. O kartı aldığı günden tam on yıl sonra En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını aldığında ise şöyle söylüyor; ‘O kartı hiç atmadım. Gün gelip Cani’de canlandırdığım seri katil Aileen Wuornos’ın bana bu ödülü getireceğini ise hayal dahi edemezdim.”
KENDİNİ ARADI AŞKI BULDU
Pixie kesimli yeni saç modeli, muhteşem gülüşü ve olağanüstü fiziğiyle; 38 yaşında olduğuna inanmak hayli güç ama kendini adeta dünyaya kapatarak, inzivaya çekildiği bir dönem yaşamasına neden aramak daha da güç. En azından bir süre öncesine kadar öyleydi… Kendisi gibi oyuncu olan erkek arkadaşı Stuart Townsend’le on yıllık ilişkisi noktalandığında ihtiyaç duymuş buna. “İlişkiler bitebilir. Ancak bir de kendinizle kurduğunuz ilişki var. On yılın sonunda dönüp farklı bir yöne gitmek elbette sarstı beni, çok bocaladım, çok gözyaşı döktüm ama sonra kendime şu soruyu sordum; ‘Bundan sonrası için ne istiyorsun?’ Ancak cevaplayamadığımı fark ettim. İçe dönmeye, düşünmeye, yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Saçımı taramayacağım, ne bulursam giyeceğim, istediğimi yiyeceğim, istediğim zaman uyanıp, istediğim zaman kalkacağım ama eninde sonunda tekrar mutlu olmayı başaracağım küçük bir mola. Biraz uzadı kabul ediyorum ama kendimi yeniden yarattım. Sadece oğlumla, köpeklerimle, kendimle baş başa olduğum belki de hayatımın en güzel günleriydi” diyor. Evet; uzun süren inziva dönemi boyunca medyanın yıldıza gösterdiği ilgi de delice oldu. 36 yaşında güzelliğinin, şöhretinin ve kariyerinin zirvesinde olan bir kadın; evlat edindiği Jackson Theron ve köpekleri ile sessiz bir yaşamı tercih etmişti! Sessiz kaldıkça da merak artıyordu…
İNZİVA DÖNEMİNİN PERDE ARKASI
‘Mesleği bıraktı’, ‘Aldığı kilolardan tanınmayacak halde’, ‘Bakımsızlığının nedeni ciddi bir depresyon mu?’, ‘Aldatıldı mı?’, ‘Çıkar o eşofmanları Theron’ türevi yorumların ardı arkası kesilmiyor. Ancak Charlize yazılıp çizilenleri hiç ama hiç umursamıyor. Ona; ‘Yalnız bir annesin…’ diye başlayan cümlelerle yaklaşıldığında ise köpeklerini göstererek; “Kesinlikle değilim. Bana yardımcı olan iki oğlum daha var” diyor. Aynı dönemde sosyal medyaya düşen oğlunun ve Berkley adını verdiği teriyerinin birbirlerine sokularak uyudukları fotoğraf, ne kadar mutlu olduklarını dosta düşmana kanıtlıyor. Ancak fiziksel açıdan kendini akıl almayacak kadar bıraktığı gerçeği de paparazzi’lerin evinin önünden ayrılmamasına neden oluyor. Oysa gayet huzurlu, dingin, umutlu…
Charlize Theron özel hayatı hakkında konuşmayı sevmiyor ve şöyle söylüyor; “İlişkilerim hakkında gerektiği kadarını anlatırım. Anneme dahi… Yaşadığım iki yıllık inziva döneminde de görkemli davetleri hiç sevmediğimi ama yıllır yılı katılmak zorunda kaldığımı gördüm. Bu beni yormuş. Sadeliği özlemişim. Ben gerçekten yaşamak istediğim hayatı seçtim o dönemde. Sıkıcı bulmak şöyle dursun, bayılıyorum.”
CHARLIZE VE ERKEKLERİ
O özel hayatından bahsetmek istemese de biz hep çok merak ettik. 1990’lardan itibaren hayatına giren erkekler de aslında kendisine ve aşk anlayışına dair birçok ipucu veriyor. Aktör Craig Bierko ve ondan kısa bir süre sonra müzisyen Stephan Jenkins ile olan ilişkileri sonlandıktan sonra hayatında yeni bir dönem başlayacağını kendisi de tahmin etmezdi. İrlandalı aktör Stuart Townsend ile on yıl süren birliktelikleri 2011 yılında sonlandı. Theron ve Townsed çifti evlenmeyi reddederek sosyal bir mesaj taşıma görevini de üstlenmiş, eşcinseller yasal açıdan kendileri gibi aile kurma hakkını elde edene kadar bekleyeceklerini duyurmuşlardı. Sonrası derseniz, hepimizin bildiği hikâye… Güzel yıldız şubat ayından bu yana Sean Penn’le birlikte. “Bunun olacağını asla tahmin edemezdim” diyor ender verdiği demeçlerinde ve ekliyor; “Sean 18 yıllık arkadaşım. Yalnızlığı tercih ettiğim dönemde birkaç kez bir araya gelmiştik ama aramızdakinin bir aşk ilişkisine dönüşmesi herkesten çok bizi şaşırttı. Şunu da gördüm. Önce arkadaş olmak gerek… Bu ilişkiyi daha yakın, daha anlamlı, daha eğlenceli, daha güvenli kılıyor. Süresi ne olursa olsun. Böyle olduğunda olası bir ayrılıkta kırgınlık da yaşanmayacağını görebiliyorum.”
Yıldızın yakın çevresine söylediği, bizim de kulağımıza çalınan ise ilişkinin başlangıcında birbirlerini kaybetme korkusu yaşadıkları. Ancak cesur olmayı seçtiler ve yollarına devam ediyorlar. Buradan çıkan sonuç ise Sean Penn’in flört etmeyi çok iyi bildiği… Zira Charlize birkaç yıl önce şöyle söylemişti; “Flört etmeyi bilmeyen bir erkekle birlikte olmam mümkün değil.”
Oyunculuğa ilk başladığı yıllarda sahip olduğu Afrikalı aksanı çok uzun diyaloglarının olduğu filmlerde rol alması konusunda bir engel teşkil etse de Charlize azimli bir kadının istediğini elde edene kadar vazgeçmeyeceğini kanıtladı. Saatlerce televizyon seyrederek ve yeni tanıştığı insanlarla çekinmeden konuşup herkese kulak vererek Güney Afrika kökenini mükemmel Amerikan telaffuzu ardına saklamayı başardı. Theron’un Hollywood’da gerçek anlamda mevcudiyet kazandığı ve ilk kez Al Pacino ve Keanu Reeves gibi aktörlerin olduğu bir cast ekibinde yer aldığı Şeytan’ın Avukatı filminden bu yana tam 17 yıl geçti. Genç Yetişkin, Pamuk Prenses ve Avcı ve Prometheus filmleri ile 2012 yılını dolu dolu geçirmemize sebep olan güzel yıldız, bahsettiğimiz inziva dönemini yaşadıktan sonra dergimizi elinizde tuttuğunuz şu günlerde vizyona girecek olan Seth MacFarlane’in komedisi Yeni Başlayanlar İçin Vahşi Batı filmiyle bir kez daha aramıza döndü.
Gücünün farkında olan Charlize güzellik kavramının içine hangi kriterler sığıyorsa hepsini vücudunda, yüzünde hatta gözlerinin tam içinde barındırıyor. Onu bugün en çok güldüren köpekleri, en büyük hedefi ise henüz keşfedilmemiş karakterleri canlandırmak. Böylece herkesin birbirinden ne kadar farklı olabileceğini anlatarak insanlara sabırlı ve azimli olmayı öğretmek istiyor… Sabırlı ve azimli olmak… Onun hikâyesi belki size de ilham kaynağı olur. Zira Charlize’in de dile getirdiği gibi; ‘Vazgeçmek üzereyken karşılaşırsın!’ •