Söylemesi kolay ama uygulaması zor. Affetmek kimi zaman gerçekten zor. Ancak hayatın gidişatı çoğunlukla bunu yapabilmek adına arkamızdan ittiriyor. ‘İç huzuru’ mu dersiniz, ‘vicdan’ mı; adını ne koyarsanız koyun rahat bırakmıyor bizi ve adeta iç organlarımızı didikliyor. Belki de en önemli hayat sınavlarından biri çünkü hepimiz için geçerli. Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer affetmenin en önemli getirisinin özgürleşmek olduğunu vurguluyor ve ekliyor; “Tahsil edemediğiniz alacakları, annenizi, babanızı, eşinizi affedebilirsiniz. En önemlisi kendinizi dahi affedebilirsiniz. Bu bir opsiyon değil aslında, zorunluyuz. Hayatın uzunlamasına devamı içinde, nasıl ki biyolojik olarak nefes almak ve beslenmek zorundaysak, ruhsal olarak da affetmeliyiz.”
Bunun için öncelikle insan olarak kusurlu olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Galiba en zorlayıcı olanı da bu. Ne de olsa hepimiz yüzde yüz doğru olduğumuzu düşünüyoruz. Karşımızdakini suçlamak rahatlatıcı bir his çünkü. ‘Senin yüzünden’ dediğiniz an kendinizi ne kadar iyi hissettiğinizi düşünün bir. Harika değil mi? Peki ya sonrası… Bitmeyen muhasebeler, ‘ama’yla başlayan cümleler, ‘öyle olmasaydı böyle olmazdı’ denklemleri bitmek bilmiyor. Bilinçaltı dediğimiz dipsiz kuyu doldukça doluyor. Derken ortaya içinde bu birikintilerin yer aldığı yaşam senaryoları çıkmaya başlıyor. Özellikle genlerini taşıdığımız anne babalarımızı affedemiyor olmak büyük etken burada. Onlarla alıp veremediklerimiz ilk hayal kırıklıklarımızı oluşturuyor ve takıntılar geliştiriyoruz.
“Hatalarınızın bedelini üstlenip onları taşımayı becerebiliyorsanız, istediğinizi yapabilirsiniz. Eğer hatayı karşıdakine yüklerseniz bu ahlak dışı olur. Her insanın doğru bildiğini uygulama, hata yapma, çok kötü şeyler yapma gibi opsiyonları vardır çünkü. Ne yaşarsanız yaşayın, sırtınızda taşıma bilgeliğine sahipseniz kendinizi affedebilirsiniz. Bu bilgeliğe sahip değilseniz ve karşınızdakine atıyorsanız ağırlığı, o zaman kendinizi affetmeniz zorlaşıyor” diyor Gülcan Özer.
SAĞLAM EGO
Son yılların öğretileri sonucu bir bakıma hepimiz egoyu düşman belledik. Öyle ki kendi egomuzdan korkar olduk ve ondan kurtulmak için yollar, yöntemler aramaya başladık. Ancak işin iç yüzü biraz farklı. Ego hepimize lâzım. Evet, doğru duydunuz ego aslında bizim benliğimiz. Her ne kadar fazlası zarar olsa da kararında olduğu takdirde yaşamımızı sürdürmemize yardımcı oluyor. Buradaki temel şart ise onu sıkı tutmamız. “Egoyu yukardan toplumsal kurallar, aşağıdan dürtüler sıkıştırır. Dokunulduğu anda dağılan altı delik egolar hikâyenin arızalı kısmı. Sınırları belirli bir ego, psikolojik olarak kıymetli aslında. Özellikle kendi kendini affetmek konusunda olmazsa olmaz” açıklamasını yapıyor Dr. Gülcan Özer ve ekliyor; “Sadece dışardan beslenen benlikler, olan biteni kendine taarruz olarak algılar ve affedemez. Tu kaka denilen ego, buralarda devreye girer. Eşiniz tarafından aldatıldıysanız ve en temel yaşam kaynağınız birinin eşi olmaksa, devam eden kısımda bu senaryo üzerinden bir hayat kurgularsınız. Oysa güçlü bir benliğiniz varsa daha kolay affedebilirsiniz.”
O halde yapılması gereken belki de kusurlara saygı duymak. Sadece kendi açımızdan değil, karşımızdaki insana ve hayatın geneline bakarken de… Kendimize ve diğerlerine bu konforu hak görmediğimiz durumlarda kocaman düğümlere sahip oluyoruz ne yazık ki. “Hepimiz valizler dolusu arızaya sahibiz. Bazılarından kaçar bazılarıyla da yüzleşiriz. Bunları ne kadar oraya buraya fırlatırsak o kadar fenayız” diyor Gülcan Özer. Elimizde; ‘doğru yaşamın 250 maddesi’ isimli bir kitapla yaşamaya kalkarsak ne kendimizi ne de başkasını gerçek kılamayacağımızı üstüne basarak ekliyor. Kendimizi gerçekleştirmek adına her türlü girişime öfke duymaya başlıyoruz o zaman çünkü. Ancak burada bilinmesi gereken bir gerçek var… Affetmek yapılanı doğru bulmak demek değil kesinlikle. Hatta tamamen yanlış olduğunu düşünme hakkına sahibiz. Yapılması gereken bunu karşımızdakini kendi sınırları içinde kabul ederek hayatımızdan çıkarmak. Böylece ondan kurtulmuş oluyoruz aslında. Öykünün dışında buluveriyoruz kendimizi. Cümleyi okurken bile içinizden bir rahatlama hissediyorsunuz belki de. Bir de uyguladığınızı düşünün haydi. İnanın yaşadığınız rahatlama kelimelerle tarif edilemeyecek kadar güçlü olacak. Hayatınızı ele geçirmiş, geçmişten kalan siluet ve hayaletlerin sapır sapır döküldüğünü göreceksiniz.
KIRMIZI ÇİZGİLER
“Çok büyük travmalar söz konusu olduğunda affetmek tehlikeli bir kelime. Tecavüz, cinayet gibi örneğin… Buralarda kullanılan kelime aslında affetmek değil, başka bir terminoloji bulmak lazım. Aktif bir kırmızı çizgi ihlali var. Çünkü karşınızdaki kendine değil size zarar veriyor. İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için güvende olmaları lazım. Bunun ihlal edildiği noktada hukuk devreye giriyor zorunlu olarak” diye açıklıyor sınırları Dr. Gülcan Özer.
Bunca sözün ardından bilinmesi gereken bir noktaya daha parmak basmak gerekiyor. Birini affetmek onu muhteşem bir insan haline getirmiyor. Sadece yaşadığımız ya da yaşayacağımız travmaları yok etmiş oluyorsunuz. Bu durumda zarar verdiğini düşündüğünüz insanı kabul edip sevmek zorunda da değilsiniz. Böyle bakınca daha kolay gözüküyor değil mi? O halde önce kendinizi sonra diğerlerini hemen affedin. Derin bir nefes alın ve özgürleşin.